Çeviri

Sayfalar

Telgrafın Telleri

 


Evrensel olarak uygulanan “ileri sürüş teknikleri” varsa, bizim de ulusal olarak “ileri haberleşme” tekniklerimiz var.

Nasıl mı?

Daha fol yok yumurta yokken

“Bu ikisinin arasında bir şey var yakında kokusu çıkar…”

“Bunların hali hal değil yakında boşanırlar benden söylemesi…”

“Aile işi kuracaklarmış…”

“Bu ortaklık çok sürmez…”

“Eşini aldatıyormuş belliydi zaten…”

“Ayla hanımların kızı Berlin’e gidecekmiş…”

 Ayla hanımların kızı “acaba Berlin’e mi gitsem yüksek lisans için” diye düşünürken, nasıl oluyor da Bakkal Mahmut amca “kızım napçan oralarda memleketimizin suyu mu çıktı” diyebiliyor.

Yüksek öngörü marifeti mi? Gözlem becerisi mi? Kulağı deliklik mi?

Nasreddin hoca gibi “ya tutarsa” deyip göle maya çalmak... Bire bin katıp anlatmak... Tüm yöntemleri kullanıyoruz...

Bizdeki bu haber ağı, bu yayılmacı stil kitaplara, filmlere konu olacak türden.

İç içe olmayı seviyoruz. Bireysellikten ziyade bir arada yaşamayı ve yaşatmayı seviyoruz J

Bu nedenledir ki güncel hayatımızda birbirimizden haberdar olmak gibi bir önceliğimiz var.

Dezavantajı, özel hayatımızın halka mal olması, kahve saatlerinde magazine konu olması olsa da elbette ki bu haberleşme ağı, marifetimiz için avantajlar barındırıyor:

Hastalık mı? Herkes bir işin ucundan tutuyor. Yemek yapan, refakatçi olan, refakatçinin çocuklarına refakat eden, getir götürden sorumlu olan, kendine göre herkes bir pay yük alıyor.

Evlilik mi? Köyden kente, küçük ev aletlerinden, gelen misafirleri ağırlamaya kadar, herkes kendinden bir şeyler veriyor. Kalacak yer için evlerin kapısı, küs olanlar için gönüllerin kapısı açılıyor.

Çekiştirmemiz, eleştirmemiz bitmeyebilir ama desteğimiz, övgümüz de yeri geldiğinde kendini gösteriyor.

“Çekişmeden pekişilmez” derler ya hani... İşte öyle bir şey. İç içe, dip dibe, çekişerek, pekişerek...

Hüznümüz de çoşkulu, sevincimiz de... Dostluğumuz kıymetli ama düşmanlığımız da yürek titreten türden.

Ya hep ya hiç… Ya dip dibe, iç içeyiz ya da 1 m mesafede ama aramızda uçurumlar var gibi yaşıyoruz.

Mesafeyi mi bilmiyoruz yoksa mesafeyi mi sevmiyoruz tartışılır J

Ama uygulamada hata yaptığımız aşikâr…

Mesafenin şirazesi kayınca da öfkemiz de sevgimiz de çoşkulu oluyor. Tepkilerimizi kontrol edemez hale geliyoruz.

Hemen tepkiselleşebiliyoruz. Yeni tanıştığımız bir kişi ile kanki olup, bir hatasını gördüğümüzde selam vermez hale gelebiliyoruz.

Adım adım hareket etmek, yumuşak geçişler yapmak dururken, aniden gaza ya da frene basabiliyoruz.

Bir hatasında bir adım uzaklaştırıp, toparlandığında bir adım yaklaştırsak daha iyi olmaz mı acaba?

Denizin dalgası hırçın geldiğinde kırıp döküyor, yıkıp geçiyor. Yumuşak geldiğinde daha içinde yüzülesi hale geliyor ya biraz daha yumuşak geçişlere ihtiyacımız olabilir mi?

Zihnimizin, gönlümüzün sahillerinde dalgakıranlara ihtiyacımız var ve bunları bizden başka inşa edecek biri de yok.

Dalgakıranların mimarı da mühendisi de biziz. Mesafeler inşa etmeye bazen de mesafeleri yıkmaya ihtiyacımız olabilir…

“Biz böyleyiz” deyip işin kolayına kaçmak yerine, acaba “öyle de olabilir miyiz” diye düşünsek nasıl olur?


===

 

Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.

 

Kim Kimdirİlişkide Ustalık”Başarı Psikolojisi programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.

 

===

 

“Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?

 

Bunun cevabını o “bir” kişiye sorun!”

 

Yahya Hamurcu


You May Also Like

2 comments

  1. Rabia Bahşi14/1/23

    Ne kadar da dengeleri unutuyor insan. Ya hep ya hiç diyor. Orta yolu yok mu bu işin derken ,Deneyimsel Tasarım Öğretisi bize gerçeği anlatıyor. Orta yolu bulmak ümidiyle kaleminize saglik:)

    YanıtlaSil
  2. Adsız15/1/23

    Çok samimi, ne güzel bir yazı olmuş...
    Yüzümde bir gülümseme ile okudum
    Elinize sağlik

    YanıtlaSil