Selma, misafirliğe geldiği bu
evde yorgunluğunu bahane ederek kenara çekilmiş, tekli kanepede oturmuş açık
olan televizyonu ne izliyor ne de dinliyordu.
Yaptığı tek şey yemeğe gittiği kuzeninin evinde gördüğü yeni eşyalar ve
kolundaki bilezikleri düşünmekti. Hiç de yakışmamıştı! Yüce Allah parayı neden
böyle harcamayı bilmeyenlere verirdi ki…
Yirmi sekiz yaşındaydı, on altı
yaşından beri çalışıyordu ama kenarda birikmişi yoktu. İki kere nişanlanmış ama
ikisi de evliliğe varamadan son bulmuştu. Geldiği noktada ne istediği gibi bir
işi ne de eşi vardı.
Kuzeni öyle mi! Sanki hayat her
şeyi altın tepsiyle önüne sunuyordu. Üniversiteyi kazanamayınca baba parasıyla
özel okulda okumuştu. Orada tanıştığı zengin çevre sayesinde güzel de bir işe
girmişti. Her genç kızın isteyeceği gibi bir de eş bulmuş harika bir düğünle
evlenmişti. İşte şimdi de saraylar kadar güzel evinde misafirler ağırlıyordu.
Neden kendisinde bunların hiç biri yoktu? Neden hayat birilerine güldüğü gibi
ona da gülmüyordu?
Tüm bu düşünceler içerisinde dibe
batmak üzereyken bir ses O'nu düştüğü kuyudan çıkardı. Annesi masaya
çağırıyordu. İstemeye istemeye masaya yöneldi. Gördükleri karşısında içini
hüzün kapladı. Bu yemek takımının aynısını kendi de çeyizine almıştı... Zevksiz
kuzeninin seçimi ve kurduğu sofra karşısında şaşkınlık içindeydi. Bir an önce
şu yemek işini bitirip eziyetten kurtulmalıydı. Yemek faslı biter bitmez soluğu
balkonda aldı. Çok geçmeden annesi arkasından geldi.
“Kızım bu halin ne?”
“Ne varmış halimde?”
“Yüzün sirke satıyor, ayıp değil
mi?”
“Asıl bana ayıp anne. Benim hak
ettiğim her şeyi başkalarının yaşıyor olmasına artık dayanamıyorum. Hayat hiç
adil değil. Bana verilmeyen her şey kuzenime verilmiş. İnadına da gözüme sokar
gibi gösteriyor...” Bir yandan da
balkonun yarı açık kapısından birilerinin gelip gelmediğini kontrol ediyordu.
“Peki, sana verilenleri hiç
düşündün mü?” dedi annesi.
Sahi çoğu zaman verilenleri değil
de verilmeyenleri düşünürüz öyle değil mi? Biz çaba göstermeden bir şeyleri
kendi hakkımız olarak görürüz. Oysa bu hayat çaba göstermeden, sebep
oluşturmadan hiç kimseye bir sonuç vermiyor ki. Birilerinin sonuç aldığı yerler
gösterdiği çabayla ilgili. Fakat insan sadece sonuca baktığında gördüğü bir an
ile bir kareyle olayları yorumlar hale geliyor. Öncesinde o kişinin yapıp
ettiklerini ve verdiği mücadeleyi görmüyor. İnsan karşısındaki insanın elinde
olanların sonucunu ister, sebepleri düşünmez. Herkes iyi sonuç bekler ve o sonucu hak ettiğine inanır. Halbuki insan
sonuçla ilgilendikçe, sonuçtan memnun olmayan biri olur. Aslında çok ilginç
olan bir şey daha var. İnsan ne kadar sonuçlara odaklanırsa o sonuçlar kendisinden o
kadar uzaklaşır.
Sebeplere odaklanarak yapılan
işin keyfiyle, sonuçlara odaklanarak yapılan işin keyfi aynı mı? Mesela
üniversite sınavına hazırlanan bir genç sınavın sonucunu isteyerek “şu
üniversitede şu bölüm olsun istiyorum” dese ama tüm sene boyunca çalışmak yerine sadece okula
gitse, ortamına imkanlarına baksa.. “O
okula girmek için kaç soru çözmek gerekir? Bu kadar soru çözebilmem için
arkadaşlarımla görüşmelerime ara vermem lazım. Uykusuz kalacağım ama yine de istediğim
okul için biraz fedakarlık etmeye değer” demek yerine, sadece sonuç için
beklemede kalsa ve o sonuç için; gayret eden, çalışan, çabalayanlara da hasetle
baksa... Şimdi bu ne kadar doğru bir davranış olur?
Yaptığı işten keyif alanlarla, sadece bir şeyin sonucunu isteyenlerin hayatları
birbirlerinden çok farklı. Hayatından keyif
alanlar sonuçlara odaklanan kişilerle elbette aynı mutluluğu yaşamıyor.
Selma da kuzeninin hayatına
baktığında ona verilen sonuçları, imkanları görüyordu. Annesinin sorusu
karşısında birkaç dakika duraksadıktan sonra, konuşmaya devam etti:
“Tamam, iyi kötü bir arabam var. Çalışıyorum
kazanıyorum ve biraz da harcıyorum. Ama kuzenim çalışmadığı halde tüm bu
imkanların çok daha fazlasına sahip. Ben şanssızım, kuzenim de ballı.”
“Herkes çalışarak kendi şansını
balını kendi oluşturur. Ve elbette her insan bu hayatta bir şeylerin
eksikliğini yaşar kızım.”
Selma kuzeninin hayattaki eksik
yanlarını, ona verilmeyenleri bilmiyordu. Bildiklerini görmek ise işine
gelmiyordu. Sadece kendine verilmeyenlere odaklanmıştı. Oysa hepimizin
hayatında bir şeyler tamam, bir şeyler eksik. Bir şeyler verilmiş bir şeyler
alınmıştır. Bir şeyler bollukta bir şeyler kıtlıktadır. Kıtlıklarımızı farklı
yerlerde farklı zamanlarda yaşıyor olmak insanı yanıltır.
Selma kendisine ait olmayan bir
hayatı ve o hayatın imkanlarını istiyordu. İçindeki bu ateş gibi yanan duygu
onu yiyip bitiriyordu sanki. Kendisini patlayacak gibi hissetti ve derin bir
nefes alarak serinlemeye ve sakinleşmeye çalıştı. Annesinin sert sesiyle
kendine gelir gibi oldu:
- Senin mutluluğunu elinden alan
kuzenin Deniz mi oldu şimdi? Neden başkalarının hayatına bu kadar takılıyorsun?
Evet neden takılıyordu
başkalarının hayatına bu kadar? Çünkü kendi hayatı yoktu... Gerçekten hiç mi
güzel günleri olmadı ya da güzel fırsatlar gelmedi? Kazandığı her şeyi harcamak
istemiş ve çokça da gezip tozmuştu. Nişanlıları onu değil, o onları istememişti.
Yetmemişti her ikisi de O’na. Adamlar her dediğini yapsın istiyordu ama
istediği her şeyi yapınca da nedense adamlara sinirleniyordu. Selma o akşamki
yemeği bu düşünceler içerisinde tamamladı ve eve gidip yatağına uzanınca
kendisine de verilenleri düşünmeye başladı.
Sabah yine erkenden kalktı ve
işine gitti. Ne çok çalışmak zorundaydı. Hayat neden böyleydi! İşyerinde de hep
başkalarına verilen görevleri ve ne yaptıklarını takip eder ve onlar iyi
yaptıklarında sinir olur, hemen bir kulp takardı. Sanki başkaları mutlu olunca
o mutsuz olacakmış gibi...
Oysa işyerine yeni başlayan, tekerlekli sandalyedeki
Aysun epeydir dikkatini çekiyordu ama çok da ciddiye almıyordu. Aysun o haline
rağmen yüzü hep tebessümlü, elinden geldiğince herkese bir şeyler yapmaya çalışan
bir insandı. Bir gün yemekte yan yana
oturdular. Aysun’un yumuşaklığı, olumlu konuşmaları cıvıl cıvıl hali onu
etkiledi. Samimi olmaya başladılar. Daha sonra öğlen yemeklerini hep beraber
yemeye, molalara beraber çıkmaya ve iş çıkışlarında da vakit geçirmeye
başladılar.
Aysun’un gittiği bir eğitim vardı. Bir keresinde onu da
götürmüştü yanında. Selma çok istemese de hayatında bir yoğunluk bir hareket
olmuş, kendi haricinde başkalarının ihtiyaçlarını karşılayan biri haline dönüşmeye
başlamıştı. Günden güne daha sakin, dingin bir hal almaya başlamıştı. Yatağa
yattığında yorgun ama daha mutlu, huzurlu ve tebessümlü olmaya başlamıştı. Sahi Selma’yı bu
kadar değiştiren şey neydi?
Hayatı boyunca başka insanların problemleri ile hiç
ilgilenmemişti. Kendi hayatı hep daha önemliydi. Başka insanlarla ilgilendikçe
daha fazla fark eder olmuştu.
Şimdi görüyordu ki herkesin ulaştığı güzel sonuçlar ve ulaşamadıklarında yaşadıkları
problemleri vardı. O çok hoşlanmadığı kuzeni ile bile daha sık konuşur, dertleşir
olmuştu. Yıllarca ne kadar dar bir açıdan bakmıştı ona. Hiç oturup dinlememişti.
O güzel evliliğin, zenginliğin ardında meğer neler yaşamıştı.
Aslında hepimizin kendi çabasına, bedeline göre karşılaştığı
sonuçlar değişiyordu. Bunu bilmek omuzlarından kocaman bir yükü kaldırmıştı.
Hayatın içindeki gerçekleri görebilmek için, hayatın kurallarını bilmek
gerekiyordu ve insan bunu bildiğinde
yaşadığı sıkıntılara, problemlere bakışı değişiyordu. Hayatta hiçbir şey başı
boş boş, tesadüf değildi ve rastgele problemler yaşamıyorduk. Çevremizdeki
insanlarla olan ilişkilerimiz de rastgele değildi.
Arkadaşları, ailesi, , işyerindekiler.
Kendi probleminden çıkıp başka
insanların problemleri ile ilgilenmeye ve çözebilmeleri için destek olmaya
başlamıştı. İnsanın bu hayatta
kendinden başka ilgilendiği, sevdiği şeyler olmalıydı. Yoksa ben boyutunda sahip olduklarımızı
görmeyip, hiçbir şeye şükredemeyen, agresif insanlara dönüşüyordu.
Şimdi anlıyordu ki insan bu
hayatta mutluluğunu da mutsuzluğunu da kendi dizayn ediyordu...
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
“Kim Kimdir”, “İlişkide Ustalık”, “Başarı Psikolojisi” programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.
===
“Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?
Bunun cevabını o “bir” kişiye sorun!”
Yorumlar