Çocuğunu kim sevmez?
Kim onun geleceği için endişelenmez?
Kim kendisi için yapamadıklarını onun için yapmak istemez?
Çocuklarımız bizden bir parça, onları
çok seviyoruz ve onlara hiç kıyamıyoruz. Zaten bu hep böyle değil miydi?
Annemiz de bizi severdi, annemizin annesi de annemizi severdi. Anneler, babalar,
ebeveynler çocuklarını hep sever. Öyle olmasa insan nasıl rahatını bu kadar
bozar ki?
Dün sevdiğimiz ve sevildiğimiz
gibi bugün de seviyor ve seviliyoruz, yarın da seveceğiz ve sevileceğiz. Bu
değişmeyecek…
Peki, bu kadar sevgi içindeyken ne oluyor? Nasıl çocuklarımız bu kadar sevgisiz, nankör ve değer bilmez olabiliyor?
Sevgi hep bakiyse ve bu çocuklar hep seviliyorsa, neden değiştiler?
Yediği yiyemediği yemekten mi?
İçtiği içemediği içecekten mi?
Oynadığı oynayamadığı oyuncaktan mı?
Gittiği gidemediği gezmelerden mi?
Sahip olduğu veya
olamadıklarından mı?
Yiyemedikleri, içemedikleri,
oynayamadıkları, gidemedikleri ve sahip olamadıklarından değil…
Tam tersi…
Yedikleri, içtikleri, oynadıkları,
gittikleri ve sahip olduklarından…
Eskiden ailelerin hayırlı evlat yetiştirme derdi vardı. Şimdilerde bu dert projeyi sonuçlandırmakla ilgili oldu. Günümüzde aileler bir şirket gibi yapılandı. Çocuklar da o şirketin birer projesi haline geldi. “Proje Çocuklarımız” var artık. İşte ne annelerimizin ne de büyükannelerimizin kullanmadığı bu sözcükler hayatımızı yönlendirir hale geldi.
Proje, çocuk… Proje çocukları…
Anneler proje yöneticileri…
Ve babalar da projenin destekleyicisi oldu.
Verilen süreyi iyi değerlendirmek adına hayatlarımızı planlıyoruz. İşlerimizi, evliliklerimizi, çocuklarımızı ve onların geleceğini… Doğacağı günün, saatin ve yerin en ince ayrıntısına kadar belirlenmiş olduğu bir proje… “Çocuk yapmaya” karar veriyoruz. Sonrasında doğum saati için astrologlara danışıyoruz. Hele bir de o astrolog, zengin ve ünlü bir kişinin doğum tarihini, saatini biliyorsa ne ala. Çocuğumuzu onun yıldız haritasına sahip günde doğurmaya çalışıyoruz. Hani bizimki de onun gibi başarılı ve zengin olsun diye. Bizler onların kaderlerini değiştirebileceğimizi düşünüyoruz. Her şeyi kolayından, kestirmesinden istiyoruz.
Yanılgıya bak!
Bu kadarla kalmıyoruz tabii ki. Doğumun olacağı günü belirliyoruz. O saatte tüm hazırlıklar yapılmış olarak hastanelere/otellere yerleşiyoruz. Tam da o ayarlanmış saatte o bebek doğuyor.
Ve işte “Proje Bebek” geliyor.
Sezaryenle alınmış bebek kolayca yeni dünyasına “Merhaba” diyor. Oysa normal doğum, çocuk ve annenin beraberce ortaya koydukları bir etkileşimdir. Karşılıklı bir çabanın, hayata ödenecek olan tüm emeklerinin başlangıcıdır aslında... (Burada mecburi sezaryenden bahsimiz yok tabi ki.) Sezaryenle ne anne ne de bebek o çabaya giremiyor.
Bir kelebeğin kozasını yırtarken verdiği savaş, onun ıslak olan kanatlarının kurumasını sağlıyor. Bu da onun kolayca uçmasına yarıyor. Kim bilir ki o çabasız ayrılış neye sebep olacak?
Proje yöneticisi olan anne, daha
çocuk karnındayken başlıyor okul arayışına. Elde
ettiği sonuçlarla, doğmamış çocuğuna ön kayıt yaptırıyor. On parmağında, on
marifeti olsun diye piyano hocasıyla, at binme ve yüzme eğitmeniyle, yardımcı
olacak okul ablası ve onunla oynayacak oyun ablasıyla marifet ehli olduracak
arayışlara giriliyor. İyi midir? Bilmiyoruz. Vicdan mı? Bilmiyoruz. İstiyoruz
ve yapıyoruz.
Anne babalar belirledikleri
hedeflerle çocuklarının kaderlerini belirliyorlar. Çocuklar da ailelerinin
onlara biçtiği rollerde kendi hayallerini gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Anne
babalar, hafta arası çılgınlar gibi çalışarak proje çocuklarına para
yetiştirmeye çalışıyorlar. Ondan çaldıkları zamanın vicdan ödemesini hafta
sonlarını onun bir dediğini iki etmeyerek yapıyorlar.
Çocuklarının hayatlarını değiştirmek
için çok büyük “fedakârlıklar” yapıyorlar. Onlar için yollar açıyor, engebeleri
ortadan kaldırıyorlar. Çocuklar, ellerinde bir sihirli değnek olduğunu
düşünüyorlar ve kendilerini prens ve prensesler zanneden kuklalar oluyorlar. Mucize
bekliyorlar.
Tek başlarına giyinemeyen, fikirleri ve becerisi olamayan, paylaşmayı bilemeyen asi çocuklarımız oluyor böylece…
İşte nihayetinde ektiğimizi biçiyoruz...
Oysa çocuklarımızla derdimiz proje bazında olmamalı.
Kendimizi kontrol edip, mucize
bekleyen çocuklar değil de, kendi ayakları üzerinde durabilen çocuklar
yetiştirmeliyiz. Ergenliğe kadar onların faydalı, hayırlı olabilmesine vesile
olmalıyız.
Bırakalım düşsünler.
Bırakalım ağlasınlar.
Bırakalım başarısız olsunlar.
Bırakalım gözleri yansın banyoda.
Biz onları çok sevdiğimiz için mi
becerilerini elinden alıyoruz? Yoksa onlara beceriksiz olabilmeleri için fırsat
mı veriyoruz? İyi bir şeyler yaptığımızı sanırken dengelerini, ayarlarını
bozuyoruz. Sevgimizin göstergesi gerçekten imkânlar mı olmalı?
Öğrenebilmenin, becerili olabilmenin
şartı bu. Zihin her defasında yapabileceğine ispat arar. Geçmişte yaptıkları
yapacaklarına referans olur. Yaptığı yapacağını bereketlendirir. Ne yaparsa ne
oluru ancak deneyim ile algılar.
Unutmayalım, bizler çocuklarımızı
büyütmek yerine yetiştirmeliyiz. Onların hayatında, onları izlerken bir metronom
gibi akortlarına destek olmalıyız aslında. Davranışlarımızla, yapıp
ettiklerimizle örnek olmalıyız…
Bizler yediği önünde yemediği arkasında
olan ve hayatın refahına ortak edilmiş, becerisiz çocuklar mı büyütüyoruz? Ya
da ekmeğini taştan çıkarabilen, hayatın gerçeğine ortak olan, hedefine amacına
uyumlu olan ve problem çözebilme becerisi gelişmiş, emek harcayan stajyerler mi
yetiştiriyoruz? Karar vermemiz gereken budur. Aslında gerçek sevgi ve sevgi zannettiğimiz
şeyin arasındaki fark çok büyüktür. Yanılanlardan olmamak dileğiyle...
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
“Kim Kimdir”, “İlişkide Ustalık”, “Başarı Psikolojisi” programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.
===
“Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?
Bunun cevabını o “bir” kişiye sorun!”
Yorumlar
bizler çocuklarla ilgileniyoruz ama nasıl yemeleri içimeleri giğinlenmeleri ve okumalariyla yetiştırdiğmizi zanediyoruz
oysa bunlar minimum yaparsak daha faydali bir insan olur keşke farkında olsak. Elinize sağlik