BUGÜN ON SEKİZ OLDUM
Güzel çocukluğum…
Çocukken herkese çok sevimli, samimi
görünüyordum. Yürümeye başlamak için bir adım atmaya çalışmam bile çok büyük
olaydı. En ufak bir gelişim gösterdiğimde herkes gözümün içine bakıyordu.
Kendilerinin çok rahat yaptığı şeylerde ben zorlanıyordum. Ama o
zorlanmalarımın ve mücadelemin onlardaki etkisi yüksekti. Kulaklarımda böyle
sesler çınlardı. “Hadi bir de şu salatalığı çatalınla ye bakalım baban görsün.”
İlkokul…
İlkokulda biraz verilen görevlere
yoğunlaşmak biraz da annemin desteği geçer not almama yetmişti. Bisiklete
binmeyi ve yüzmeyi öğrenmiştim ve de çok sevmiştim. Bunun etkisi yemek yemeği
öğrenme çarpanı kadar ailemi mutlu etmemişti. Neden acaba?
Daha da büyüdüm ve lise…
Zaten yetişkin olmayı hasretle
bekliyordum ama işler düşündüğüm gibi gelişmedi. Annem, babam, tanıdıklar artık yaptıklarıma o
kadar da gülüp sevinmiyorlardı. Her fırsatta akıl vermeye başladılar.
-Derslerine daha çok çalışmalısın.
-Kitap okumalısın.
-Bir dil daha öğrenmelisin.
-Yalnızca iyi bir meslek yetmez bir de
spor dalıyla ilgilenmelisin.
-Artık sorumluluk almalısın. Sana her
yerde destek olamayız.
-Sorunlarını kendin çözebilmelisin.
Ne ben onlara sevimli geliyordum ne de
onlar bana daha anlayışlıydı. Bir anda ne olmuştu böyle? Yıllarımı gülüp
oynayarak, eğlenerek geçirirken...
Beklentiler, bakışlar değişmiş, tavsiyeler
her taraftan yağmur gibi yağıyordu. Anne ve babam da beni tanımayan o
yabancılar gibi davranıyordu. Ne oldu o ekmek elden su gölden hayata? Bu kadar
hızlı geçişi kaldıracak bir gelişim seviyem vardı da ben mi fark etmemiştim?
Şimdi bir anda “sorumluluk” diye bir şey atılmıştı ortaya. Nasıl bir
şeydi sorumluluk acaba? Yenilir mi, içilir mi, bakkalda satılır mı?
Üniversite…
Üniversite sınavına girdim ve aileme
göre çok da başarılı değildim. Sınava tekrar çalışacak takatim yok. İşe girmek mi? Neden ki? Hele bir okul bitsin
bakarız. Üniversite demek arkadaşlık, hobiler, gezmeler…
Apartmanımızın görevlisi Mehmet amcanın
oğlu Ali ile kıyaslar niye başladı anlamadım? Aynı zamanda sınava girmiş
olmamız bizi sınavda aynı başarıya götürmez ki! Ben bahçede bisiklete binerken
o bizim ekmeği suyu getirirdi. Ben ders çalışırken o babasına paspas için
yardım ederdi. Annem arada “Ali’nin bilgisayarı yok ona destek ol” derdi. Ben
tatilde iken o oto sanayi sitesinde çalışırdı. Bu çocuk hangi ara ders çalıştı?
Ben onun yaptığı neyi yapamadım acaba? Çünkü onun sahip olamadığı her şeye
sahiptim.
Bugüne kadar kimseyi Ali’yi alkışlarken görmemiştim. Bizim apartmanda herkesin iki lira bahşişi vermekte zorlandığı Ali... Ne kadar akıllı, hızlı ve becerikli bir çocukmuş. Ben hiç o yönlerini fark edememişim ve kimsenin de fark ettiğini görmedim.
Hayatı boyunca bir kere alkış almayan bir insan, niye işin sonunda böyle büyük bir iş çıkarsın ki! Bana bu öğretilmemişti, ben hep alkışlar içinde büyümüştüm. Mesele şu ki, o alkışların azaldığını ve neden azaldığını da fark edememişim.
Aslında gittiğim tiyatrolarda ya da konserlerde hep işin sonunda alkış vardı. Düşününce alkışın işin sonunda olması mantıklı geldi. Sonucu belli olmayan sürecin başında niye alkış olsun ki? Sadece “Motivasyon olsun” ya da “Hoş geldin” diye bir alkış işin başında olurdu. Ama ne kadar az alkış o kadar büyük iş bunu anladım. Gerçekten de ne büyük bir başarı! Tek başına geçmişti Ali köprüyü hiç alkış almadan…
Evet, bugün ‘18’ oldum ve gerçekten
yetişkin olmaya karar verdim.
Artık alkışlara değil yapmam gerekenlere
odaklanacağım.
Elveda alkışlarla geçen çocukluğum...
Merhaba umut dolu yeni yıllarım...
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
“Kim Kimdir”,” İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” seminerleriyle mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
"Hayatta hiçbir zaman keşfedilemeyecek tek bir şey vardır; Daha iyisi…"
Yahya Hamurcu
Yorumlar
Kaleminize sağlık 🌸