SAHNE KİMİN?
Nazan çevresini gözlemleyen, hayatı sorgulayan bir çocuktu. İnsanı, yaşamı merak eder, farklılıkları fark ederdi. Elinde bir çubuk dere kenarına oturmuş akan suya bakıyordu. Düşünürken uzaklara dalıp gitti. Kim gibi olmak istiyordu? Köylerine gelen başarılı insanlar aklına geldi. Doktor Ali Abisi, Hemşire Serpil Ablası, çok sevdiği Filiz öğretmeni… Hayatları için hedef koymuş ve bu hedefler doğrultusunda ilerlemiş insanlardı. Ailesinden, memleketinden uzaklara gidebilmeyi göze almışlardı. Çalışkan, güçlü, ihtiyaç gideren insanlardı. Neyi neden yapması gerektiğini biliyorlardı. Hedeflerine ulaşmak için çabalıyorlardı. Her varış noktasında detayda düşünceleri olan insanlardı. Neleri doğru, neleri yanlış yaptığına dair sonuç değerlendirmesi yapıyorlardı. “Ufacık bir köy, ne yapılabilir ki” demiyorlardı. Mevcut imkânları iyi şekilde değerlendirmeye gayret ediyorlardı. Bütün bunları yaşantılarında da görmek mümkündü.
Nazan, “Demek ki insan ister ve kararlı davranışlar gösterirse olabiliyor’’ diye içinden geçirdi. Uzaktaki otlayan koyunlara bakarak “Ya benim yakın çevrem’’ dedi. Annesini, halasını, ablasını, yengesini ve onların yaşamını düşündü. Hiç öyle değillerdi. Hayatlarının tek amacı kendi yaşantılarıydı. Gelecekleri ile ilgili kararlarda genel de büyükler söz sahibiydi. Atasının dediğini sorgusuz kabul ediyor ya da etmek zorunda kalıyorlardı. Kendi yuvalarını kurduğunda da aile yönetimi kayınvalide ve kayınbabaya geçiyordu. Nazan’ın annesi 50 yaşındaydı ama evin yönetimi babaannesindeydi. Annesi mutfakta tencerenin kapağını babaannesi olmadan açmazdı. Boynundaki erzak anahtarı sanki hâkimiyetinin de sembolü gibiydi. Çocuklar büyüklerin yanında sevilmezdi. Yemekte de bir sıralama vardı. Önce evin erkekleri yemek yerler, sonra kadınlar ve çocuklar yemek yerlerdi. Çocuklarının hiçbirimizin ismini ne annesi ne de babası düşünmemişti. Evlerinde bile düşündüklerini rahat konuşamıyorlardı. Buna rağmen hayatlarından şikâyetçi değillerdi. Böyle görmüş ve kabullenmişlerdi. Hayatlarının çoğu yerinde başkalarının kararı geçerli olabiliyordu.
Bir de bambaşka boyutta olanlar vardı. Televizyon programlarında izlediklerini düşündü. Televizyon programında, sosyal medyada gördüğü kişileri modelleyenler... Bir yere takılıp kalmış, yaprak misali kendi hayatında gelişigüzel yaşayanlar… Bazen bir kadına, bir erkeğe, bir nesneye tüm hayatını bağlamış, onları takıntı haline getirmiş olanlar… Bazen paraya, şöhrete, gösterişe dalıp kıymet bekleyenler… Kendi hayatında edilgen olan, başkasının imkânı ile kendini kabul ettirmek isteyenler… Çok farklı hayatlar, çok farklı seçimler… İnsanın nasıl yaşayacağı konusunda karar sahibi kim?
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; “Hayat bir sahne ve herkes kendi sahnesinin başrol oyuncusu!’’ İnsanlar kendi hayatında başrol olmadığında başkasının hayatının başrol oyuncusu olmaya başlıyor.
Acaba bizler kendi hayatımızda hangi rollerdeyiz? Seçimlerini yapan mı, başkalarına bırakan mı yoksa kendini seçeneksiz bırakan mı? Sen neyi seçiyorsun? Başrolde kim var? Hayat senin, sahne senin…
===
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
“Kim Kimdir”, “İlişkide Ustalık”, “Başarı Psikolojisi” programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.
===
“Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?
Bunun cevabını o “bir” kişiye sorun!”
Yahya Hamurcu
Yorumlar
Sahnemde hangi roldeyim ya da rollerde?
Hakkını verebiliyor muyum rolümün? Önemli olan bu sanırım...
Kaleminize sağlık 🪷
Sık düşünmemiz gereken bir konu, gerçekten sadece kendi sahnemin baş rol oyuncusu muyum?
Keleminize sağlık 🌸
Kaleminize sağlık…
Benim hayatım kendi kontrolümde mi? Peki başkasının hayatını kontrol etme çabam var mı? İnşAllah kendi sahnemizde rolümüzü doğru rol oynarız🌺