Kolay değildir ikiz çocuk sahibi
olmak. Aysel’in de ikiz kızları vardı. Ne çok şaşırmıştı ikiz çocukları
olacağını öğrendiğinde. Her hazırlığını iki tane yapmak zorunda kalmıştı.
Doğmadan önce her şey çift çift… “Asıl doğduktan sonra nasıl olacak ki bu
çift çift hali?” derken buluyordu kendini. Sevgisini, ilgisini, sütünü her
seferinde ikiye bölmek mümkün müydü? Birkaç dakika ara ile doğmuştu çift
yumurta ikizleri; Serap ve Mehtap.
Aysel’i ilk başta şaşırtan haber
kızlarının ikiz olmalarıydı. Ama doğumla başlayan bu öykü her defasında yeni
bir şaşkınlık ekliyordu. İkiz olmalarına rağmen bu kadar birbirlerinden farklı
olmaları ne kadar da ilginçti. Biri zor uyuyup en ufak bir seste uyanırken
diğeri davul çalsa gözünü açmıyordu. Serap sık sık acıkırken Mehtap uyumayı
seviyordu. Mehtap yaşına göre çok titizdi. Üstüne bir şey dökülse bunu sorun
ediyordu. Serap yalnız kalmayı sevmiyor ve kardeşinin oyuncakları ile oynarken
onları konuşturuyordu. Mehtap ise çok arkadaş canlısı değildi.
Mehtap konforu biraz bozulduğunda
hemen huysuzlanıyordu. Serap ise yerinde
bir türlü duramıyordu. Bir erkek çocuğu gibi oradan oraya koşturuyordu. Daha
ergenliğe ulaşmadan ağaca çıkarken düşmüş ve merdiven tırabzanından kayarken yaralanmıştı.
Serap o kadar hareketliydi ki onunla tek başına uğraşmak zordu. Aysel dışarı çıktığında annesinden ilave
destek alırdı. İki tane Mehtap olsa
sorun olmazdı. Ama bir tane Serap onun oldukça sabrını zorluyordu. Mehtap
annesi ile dışarı çıktığında asla elini bırakmazdı. Serap’ı yerinde tutana aşk
olsun. Bir giysi alındığında Mehtap
hemen etiketinden rahatsız olur. Serap ise nerede desenli, çiçekli bir şey var
satın alınsın isterdi. Alışveriş merkezleri en sevdiği gezi alanlarıydı. Mehtap elinde kitabı ile sofraya oturur veya
arabaya binerdi. Ufacık bir ara olduğunda hemen bir şeyler okumaya başlardı.
Sanki kitabı ve kendisinin dışında başka bir şey yokmuş gibi davranırdı. Aysel
onu sosyalleştirmek için çok uğraşırdı. Mehtap evde odasına kapanıp tek başına
olmaktan büyük keyif alırdı. Satranç ve kitap okuma sınıfları dışında bir
aktivite bulamadı. Hani büyümüş de
küçülmüş derler ya bu tarif Mehtap’ı anlatıyordu.
Serap’ın gözü hep dışarda
arkadaşlarındaydı. Arkadaşları onu çok sever ve eğlenceli bulurlardı. Mehtap'ı
ise bir yere götürmek zordu. Çok arkadaşı yoktu ve edinmek gibi bir kaygısı da
yoktu. Odası çok düzenliydi, annesine o konuda hiç zorluk çıkarmazdı. Serap çok
dağınıktı, yalnız odasını değil girdiği her yeri dağıtırdı. Annesinin deyimiyle
Serap’ın arkasında birinin dolaşması gerekiyordu. Aldığı hiçbir şey yerinde olmazdı.
Mehtap duygularını pek belli
etmezdi. Bir şeye sahip olmak istediğinde hemen para biriktirirdi. Serap
duygusal bir çocuktu ve bir sıkıntısı olunca yüzünden her şey anlaşılırdı.
Kızınca hemen odasının kapısını çarpıverirdi. Ancak iki dakika bile küs
kalamazdı. Suçsuz bile olsa ilk barışan o olurdu. Kocaman bir genç kız
olduğunda bile babasının kucağına atlamadan duramazdı. En eğlenceli fikirler ondan
çıkardı. Tıpkı ağustos böceğine benziyordu.
Geçen gün Mehtap banyodaki yepyeni saç fırçasını çöpe atmıştı. Serap görünce çıldırdı tabi. “Neden attın?” deyince de “Bir daha saçlarını üzerinde bırakırsan çöpe atarım demiştim. Saçlarını bırakmışsın ben de attım.” dedi. Babası da demesin mi “Mehtap haklı. Fırçayı ne zaman Serap kullansa saçları üzerinde bırakıyor.” diye. Evde bir anda ortalık karıştı. Serap babasına küsüp “Beni daha az seviyor.” demeye başladı. Halbuki babası da Mehtap gibi o iş o anda yapılsın ertelenmesin isterdi. Serap da pis bir çocuk değil, sadece biraz dağınıktı. Her gün düzenli iş yapamazdı Mehtap gibi. Biriktirir biriktirir, bir seferde hepsini birden yapardı. Aysel, eşine “Sen böyle işlerine karışma! Çünkü Serap, babam beni sevmiyor.” diyor. “Bak bu iş büyüyecek, çocukların arasına girme!” uyarısında bulundu. Gel gelelim eşi de çok kurallı yaşayan bir adam. Günlük rutin işler varmış, her zaman yapılmalıymış. Aysel de kızıyor eşine. “Canım askeri kamp mı burası? Bu çocuklar asker mi?” deyiverince iyice kaos büyüdü.
- Mehtap, kızım, kardeşin fırçayı temizlemedi diye hemen çöpe atılır mı? Demek ki yetiştirememiş acelesi varmış.
- Anne, sen de hep değerli kızını tutuyorsun. Vaktinde uyanmazsa yetiştiremez tabi.
- Ne demek ‘’Değerli kızım…’’ benim için ikiniz de değerlisiniz.
Serap da saydırıyordu: “Sen de sadece kendi bildiğini yapmaya devam
et! Odanda ne var anlamadım sabahtan akşama ordasın. Misafirlerini karşılayan ben, onlarla ilgilenen ben, onlara
servis yapan ben, mutfağı toparlayan ben.
Her iş düzenli olarak saç fırçasını temiz tutmakla bitmiyor Mehtap Hanım!’’
Aysel baktı iş uzayacak “Ben hallederim her şeyi, siz odalarınıza
dağılın!’’ deyip gönderdi başımdan hepsini.
Herkesin haklı olduğu yerde anlaşabilmek nasıl mümkün olur? Dört yolun ağzına gelmiş dört tane araba var gibi düşünün. Tüm ışıklar herkese yeşil yanıyor olsa nasıl kaos olurdu? Herkes kendi trafik lambasının yeşil yandığını düşünüyor olsa mesela. Ortada arabalar birbirine çarptıktan sonra “Sana kırmızı yanıyordu, neden hareket ettin?” diye soruyor. “Hayır, bana yeşil yanıyordu. Asıl sana kırmızı yanıyordu. Sen neden hareket ettin?” diyor öteki. Bu soru silsilesi bir ömür boyu sürer;
- Bir şey bildiğin yok senin.
- Sana kalsa hep sen haklısın.
- Neden dinleyeyim ki seni?
- Sen beni dinledin mi hiç?
- Şu hayatta hiç anlaşılamadım.
- Annem hep onu haklı görürdü zaten.
- Beni kardeşim bile sevmedi. Babam beni sevmiyor.
- Ben zaten artık anlaşılmayı beklemiyorum.
İnsan bir bakıyor ömrü bitmiş kimse onu anlamamış. “Hâlbuki bana yeşil yanıyordu, karşımdaki beklemeliydi.” düşüncesi çok masumca başlıyor ama insanın hayatını içine aldıkça tartışmalara, sonra kavgalara, sonra karşındakinden uzaklaşmaya, anlaşılmadığını düşünmeye sevk ediyor. Hatta belki sevilmediğini düşünmeye kadar gidebiliyor.
Peki, gerçekten mesele ne?
Hayatta herkese aynı anda yeşil ışık yanabilir mi? Bu nasıl mümkün olabilir?
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: ‘’Mizaçla yükselemez insan. Kendini karakterle beslemesi gerekir.’’
Bir ömür boyu “Ben böyleyim, benim gibi olanı da severim.”
demek ilerlemeye sebep olmuyor. Böyle
olunca tüm yeşil ışıklar kendisine yanıyor sanıyor. Hâlbuki nasıl ki zamanı
gelince gece olur etraf karanlığa bürünür üstü örtülür her şeyin. Sonra zamanı
gelince gündüz olur açılır gökyüzü. İkisinin de vakti zamanı, kıvamı, ölçüsü,
ayarı vardır. Biri olmazsa diğeri, diğeri olmazsa öteki olmaz. Tıpkı gece ile
gündüz gibi her eve her topluluğa bir Serap bir Mehtap gerekir.
İnsan daha hayatın başında aile
içerisinde bu farklıklarla karşılaşıyor. Bunu fark etmek, kabullenmek ve yönetebilmek ise kişiyi
ilişkilerinde daha güçlü yapıyor.
İşin gerçeği, ne gece haksız ne de gündüz. İkisi de kendi mizacına uygun yaşayıp gidiyor hayatını. Farkları; gece hayatta bir tek gece olduğunu, gündüz hayatta bir tek gündüz olduğunu iddia etmiyor. Her biri kendi döngüsünde dönüp duruyor.
===
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
“Kim Kimdir”, “İlişkide Ustalık”, “Başarı Psikolojisi” programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.
===
“Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?
Bunun cevabını o “bir” kişiye sorun!”
Yahya Hamurcu
Yorumlar
Anne bile hayret ediyor bu çocukları ben doğurdum neden bu kadar farklılar diye☺️