GERÇEKTEN SENİ KİM SEVDİ?



Köklerini yerin derinliklerine salmış ve dalları göklere uzanmış güzel bir ağacın atında oturuyordu. Derin, kafasını yukarı kaldırdı ağacın sık dallarına bakarken “Ne kadar da güçlü bağlar” diyerek gülümsedi. Sonra eli, cebindeki pembe zarfa gitti.  İçindeki notu sessizce mırıldandı; “Bir tanem iyi ki doğdun” Nasıl da zaman akıp geçivermişti?  Karşı tepeden yeşilliklerin arasından kızıllaşan güneş güne el sallıyordu. Otuz sekiz yılın içindeki her gün böyle geçip gidivermişti.   

“Buraya gelmek için bunca şeyi yaşamam gerekiyormuş” diye düşündü. Üzülmeli miydi yoksa sevinmeli miydi? Bütün hayatı eğlenmek, gezmek, yemek ve kayak üzerine kurulmuştu. Hep geçici isteklerine göre yaşamayı tercih etmişti. Birilerinin dikkatini çekmeye ve onların övgüsünü almaya konsantre olmuştu.   Alışveriş yaptığında aldığı takı, giydiği giysi veya ayakkabıları hep ilgi odağı olmak içindi.  Endamı, çekiciliği, şıklığı herkesin dilindeydi. Ama içinde onu rahatsız eden bir tatminsizlik vardı. Yaptıklarının her seferinde miktarını artırmak yeterli olmuyordu. Bu onu bir taraftan korkutuyor bir taraftan da umutsuzca mıknatıs gibi kendine çekiyordu.

O zamana kadar güzelliğinden başka hiçbir şeye yatırım yapmamıştı. Hayatında hiçbir insanın sorumluluğunu almamıştı. Bir amacı ve hedefi de yoktu. Neden giyiniyordu, yiyordu, içiyordu hiçbir fikri yoktu. Aslında marifetsiz bir kız da değildi. Ama elindekileri bir amaca yönlendirememişti.  Her şey bir gün insanın elinden alınıyordu. İnsan ne eskisi gibi yürüyebiliyor ne de görebiliyordu. Her şey bir süreliğine insanın kullanımına verilmişti. Kimse kendine verileni bu dünyadan alıp götüremiyordu.

Tek hatırladığı bir doğum günü partisinde tanımadığı çoğu samimiyetsiz insanların arasında “Benim burada ne işim var?” sözüydü.  Her şey bu sözün etrafında değişmeye başladı. Adına parti verilen kişinin kanser olduğunu öğrenmişti. Bu yüzden ona moral vermek için katılmıştı. Bora lisede uzaktan tanıdığı bir çocuktu. Kemoterapi nedeniyle saçları dökülmüş olmalıydı. Erken yaşta evlendiğini arkadaşlarından duymuştu. Sürekli elini tuttuğu kadın eşi, yanındaki ufaklıklar da çocukları olmalıydı. Aslında amaç; hem onun tedavisi için yardım toplamak hem de okul anılarını canlandırmaktı. Güzel düşünülmüş bir aktivite idi. Ancak insanlar DJ’in yaptığı müzik ile ortamdan tamamen kopmuştu. Derin, daha piknik tarzı bir organizasyon olacağını düşünüyordu. İnsanlar bu hastalık onlara hiç uğramayacak gibi tepkiler veriyordu. Sanki bir dilencinin yere koyduğu beze para atar havasındalardı.

Derin, Bora’nın küçük kızını kalabalıkta şaşkın dolaşırken gördü.  Kız kaybolduğunu düşünerek paniklemiş ve ağlamak üzereydi. “Aaa kim var burada. Hadi babamıza gidelim mi!? deyip kızı kucağına aldı.  Çocuk annesine yaklaşınca hemen Derin’i bıraktı. Derin Bora ile sohbet etmek için ona doğru yöneldi.  O ara Bora yorulmuş olmalı ki birden yere yığıldı. Her şey çok çabuk olmuştu. Ambulans gelene kadar kimse ne olduğunun farkında değildi.

Ertesi gün Bora’nın cenazesinde kendini küçük kızın gözyaşlarını silerken hatırlıyordu. “Bir daha babamı göremeyecek miyim? Peki, neden?  Babamı oraya neden gömüyorsunuz, nasıl kalkıp gidecek cennete? Bir kapı koymak gerekmiyor mu? Sözleri kulaklarında çınlıyordu. Küçük kız tüm cenaze boyunca kimseye yaklaşmadı. Sadece Derin’in elinden tuttu ve ona sarıldı. Derin hiç böyle bir yakınlık kurmamıştı. Açıkçası ne yapacağını da bilmiyordu. Kız Derin’e bakıyor ve “Sen çok güzel bir Barbi bebek gibisin” deyip saçlarını okşuyordu. Dün partideki gibi neden makyaj yapmadığını sordu. Derin nasıl cevap vermesi gerektiğini bilmiyordu. Sadece kafasından onlarca düşünce aynı anda geçiyordu. Neden, niçin ve nasıllar?

Derin bugüne kadar kimse ile böyle bir yakınlık kurmamıştı. Geçmişte kendisi ile ilgilenen insanları düşündü. Ailesini, arkadaşlarını, çevresinde pervane olan erkekleri.  Kimi ölmüş, kimi evlenmiş, kimi ile ise yolları kendiliğinden ayrılmıştı. Böyle bir durum kendi başına gelmiş olsa ne yapardı? Etrafındakiler nasıl tepki verirdi? Aslında zaman insana verilmiş en büyük hediye idi. Zaman bittiğinde her şey bir anda insandan uzaklaşıyordu.

Deren güvendiği güzellik ve imkânlarının hepsinin burada yok olduğuna şahit oldu.  Artık “Barbi bebek” olmak istemiyordu. Bugüne kadar hiç ölmeyen insan görmemişti. Peki, orada ne oluyordu insana?  Neden herkes ölmek zorundaydı bunu daha önce hiç düşünmemişti. “Madem  herkesin başına gelecek  orası için hiç hazırlık yapmıyorum” diye düşündü. Bora’nın gittiği yerde insanın ihtiyaç duyduğu şey neydi? 

Derin’i buraya getiren olay örgüsünü yeniden hatırladı. Sırtını daha güvenle gövdesi kalın ağaca yasladı ve gökyüzüne baktı.


Biliyordu ki; “İnsanoğlunu hayatta bir üst lige çıkaracak şey her neyse, orayı kesinlikle eli cebinde geçemeyecekti” Yaşadıkları onu bambaşka bir insan yapmıştı. Ona yolda karşılaştığı insanlar; “Gerçek öyle bir şey ki, yalnız geleceğe değil geçmişe bakışını da değiştirir. Eskiden güldüğün şeylere ağlar, ağladığın şeylere gülebilirsin!” demişti.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; Hayatta her şey geçicidir. Güzelliğin, kariyerin, sevdiklerin belki bir gün ailen de geçip giden olabilir.

Şükür ki artık “Barbi bebek” değildi. Kimse giyimi veya gittiği yer ile ilgilenmiyordu.  İnsan nasıl da niyetine göre insanlarla yolda karşılaşıyordu. Tıpkı güzel bir el halısındaki ilmek gibi hissetti kendini. Daha iyi bir versiyon Derin olmak için çabalıyordu. Kimse onu fark etmese de hayata karşı samimi bir tebessümü vardı.

O da herkes gibi birilerinin bir tanesi idi bir zamanlar. Ama asıl şimdi hayatta en çok önemsediği varlığın bir tanesi olmak istiyordu.  Çok geç olmadan kendi yolunda kendinin en iyisi olabilmek için adım atabilmek dileğiyle…

 ===   

Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.

 

Kim Kimdirİlişkide UstalıkBaşarı Psikolojisi programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.

 ===

 

“Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?

 

Bunun cevabını o “bir” kişiye sorun!”

 


Yahya Hamurcu




Yorumlar

Ayşe dedi ki…
İnsan ölümle yüzleşince o zaman bir kendine geliyor. Ne yapıyorum ben diye.... Tabi her insan üzerindeki etkisi aynı şekilde olmuyor... Kimisi de ölüme meydan okumaya çalışıyor. Ama öyle ya da böyle her insanın karşılaşacağı bir durum. Geç olmadan kabullenip, yaşadığımız, ömrün, rollerin hakkını vermek ve bunu yaparken de en kıymetlimizin yani RABBimizin rızasını kazanarak O'na kavuşmak nasip olsun ...💐
Adsız dedi ki…
Çok geçmeden “Beni kim sevsin?” Sorusunu sormak nasip olsun 🌸
Adsız dedi ki…
Her insanın içinde derin var💓 Derin çok tatlısın❤️
Adsız dedi ki…
Güzel bir yazı olmuş🌹Elinize sağlık
Adsız dedi ki…
Bize verilenlere nereye kadar yol alınabilir ki?
Ncy Bşl dedi ki…
Hayatta her şey geçici, her gün her sahnede unutanlardan olmamak ümidiyle, teşekkürler
Leyla dedi ki…
İnsan kendinin en iyi versiyonunu çok geç olmadan zaman elimizden alınmadan farkına varması ne kadar kıymetli... Gerçeği görebilmek ve farketmek.. Teşekkürler ...
Hasret H. dedi ki…
Zaman kendisiyle yarışırcasına ne kadar da çabuk geçiyor... İnsan ise hiç ama hiç geçmeyecekmiş gibi zannediyor... Kaleminize sağlık ❣️
Vb dedi ki…
Ölüm hakkında ne kadar az düşünüyoruz hatırlatma için teşekkür ederim
GA dedi ki…
Geçiciliği unutup nasılda telaşa dalıyoruz.
Adsız dedi ki…
İnsan kendisini asıl kimin sevdiğini bilseydi hayatı çok başka olurdu. Etkileyiçi güzel bir yazı kaleminize sağlık.
Adsız dedi ki…
İnsan kendisini asıl kimin sevdiğini bilseydi hayatı çok başka olurdu. Etkileyiçi güzel bir yazı kaleminize sağlık.
Havva Ağırdil dedi ki…
İnsan gerçeği anladığında kendisini gerçekten kim sevmiş onuda anlıyor. Onun sevgisi sana bvaşka sevgiler aratmıyor.
Duygu E. dedi ki…
Gerçekten beni kim sevsin… çoğu problemi de çözecek… biraz düşünebilsek… teşekkürler…