Paylaşılan şey neydi?
Hayat mı,
yoksa imkânlar mı?
İlişkilerin sığlaştığı, anlamını kaybettiği bir dönemin tam ortasındayız.
Herkes, yalnızlığını sanal ortamlarda gizliyor. Taklitten öteye geçmeyen ‘kopyala
yapıştır yaşamlar’ gözler önüne seriliyor. Başkalarının mutlu anları,
diğerlerini mutsuz hissettirebiliyor. Ne gariptir ki bu sahte mutluluklar
herkes tarafından biliniyor ama yine de izleniyor. Samimiyetsiz yorumlar
eklenerek paylaşanlar motive edilmeye çalışılıyor. Elbette insan, doğası gereği
ilgiye muhtaçtır. Peki, bu sanal ilgi bize ne katıyor? Anlık keyif verirken
neleri kaybediyoruz, hiç düşündük mü?
Aysel, “Ah o eski günler…” diye söze başladı. İki eski dost, yıllar sonra
bir araya gelmişti. İkisi de farklı yerlerde, farklı hayatlar yaşamışlardı.
Ellili yaşların olgunluğunda çocukluk hatıralarını paylaşıyorlardı. O yıllarda
her şey ne güzeldi. Zorluklar elbette vardı, herkesin mücadelesi kendine
özgüydü. Kimi maddi sıkıntılar yaşarken kimileri de ilişkilerinde zorluk çekiyordu.
Eskiden bir saç kurutma makinesi bile komşudan istenirdi. Komşular
birbirinden haberdardı. Bazen çayın yanında tek katık tatlı bir sohbet olurdu.
Hep birlikte yapılan bayram hazırlıkları unutulmazdı. Huriye Teyze’nin turşusu,
Belma Teyze’nin kısırı, Rukiye Abla’nın cenaze evine apar topar yaptığı
helvalar… Hatta bir keresinde helva yaparken doğuma zor yetişmişti. Huriye
Teyze’nin gözetiminde kurulan bidon bidon turşular ve ardından gelen kısır
keyfi, kahkahalar, şakalaşmalar…
Acısıyla tatlısıyla her şey paylaşılırdı. Kısırın salçası ve bulguru Urfalı Birgül abladan gelirdi. Kadriye teyzenin bahçesinden topladığı yeşillikler eklenince mis gibi bir lezzet ortaya çıkardı. Hasta komşuya yapılan çorbalar, kandillerde dağıtılan helvalar, Terzi Rahmi amcanın üst komşularının düşürdüğü çamaşırları sepete koyması… Kadir amcanın ciddi ifadesinin ardındaki yumuşacık kalbi… Zekiye ablanın kızarttığı hamurların arasına koyduğu minicik sucuk parçaları… Almanya’dan kesin dönüş yapmış hanım hanımcık bir komşuları daha vardı ama ikisi de ismini hatırlayamadılar. Aralarına pek girmezdi ama selamını da eksik etmezdi. Şimdilerde bunun Avrupa’da yaşamış olmanın etkisi olduğunu anlıyorlardı.
Eczacısı, bakkalı herkes birbirini tanırdı. Kimse sıkıntısını saklamaz,
ayıp saymazdı. Veresiye defteri kullanmak utanılacak bir şey değildi. Evde bir
eksik olduğunda hemen komşudan istenirdi ve emanetler vakitlice geri verilirdi.
“Ne gerek var?” denilse bile, “Bir daha istemeye yüzüm olsun.” denirdi.
Bekârların evlendirilmesi, yetimlerin korunması herkesin meselesiydi. “Sen
benim çocuğuma ne karışıyorsun?” diyen yoktu. “Eti senin, kemiği benim.”
denirdi.
O yıllarda kimse yalnız hissetmezdi. Sevgililer uzaklarda buluşur,
mahalleye ayrı ayrı dönerlerdi. Beraberlikleri bilinse de komşu teyzeler tatlı
uyarılar yapardı.
Geçmişin samimiyet dolu yıllarını konuşmak eski dostlara iyi gelmişti.
Şimdi ise ilişkilerin ne kadar değiştiğini, yalnızlığın acısını daha derinden
hissediyorlardı. Özlenen, samimiyetti; iyileştirici, şifa veren samimiyet…
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: “İnsan ilişki kurmaya muhtaçtır.” Tek
başına tüm ihtiyaçlarını karşılaması imkansızdır. Mutluluk, doğru kaynaklardan
sağlanan destekle ve başkalarına kaynak olarak elde edilir.
Hepimizin amacı, bu hayatta mutlu ve başarılı olmaktır. Aslında ne yaparsak
mutluluğu bulmak için yapıyoruz. İnsanlar mutluluğu sosyal medyada arıyor.
Peki, paylaşılması gereken hayatlarımız mı yoksa hayatımızdaki imkânlar mı? Bir
zamanlar insanlar mutluluğu gerçekten bulmuştu. Bunun kanıtı da geçmişe duyulan
özlemdi. Maddi manevi paylaşılan imkânlar, samimi ilişkiler vardı. Pişen
yemeğin kokusu komşuya gidince bir tabak gönderilirdi. Telefonla yemek
fotoğrafı paylaşılmaz, hasta komşuya mesaj yerine çorba gönderilirdi.
Bütün bu karmaşa içinde yalnızlaşan yine insan oldu. Bireyselleşen insan,
toplumdan koparak yalnızlığı marifet saydı. Peki, tek başına elde edilen
mutluluk mümkün mü? İnsan yalnızca kendine yeterek mutlu olabilir mi? Günümüzde
herkes kendi kendine yetmeye çalışıyor. Bunu yapabildikçe her geçen gün daha da
yalnızlaşıyor. Yalnızlığın en büyük getirisi ise mutsuzluk oluyor.
Mutsuzlaştıkça mutlu görünme çabası artıyor. Aynı bir girdap gibi, yalnızlıkta
kaybolmuş insanlar... Oysa, insanlar birbirine muhtaç olduklarını
hatırladıklarında ilişkiler canlanır. İlişkiler canlı kaldıkça paylaşımlar
artar, paylaşımlar arttıkça insan tamamlanır.
Anlık beğeni ile alınan keyfin maliyeti toplamda yalnız yaşanan mutsuz
hayatlar değil mi? Eksik yanını bir başkasının desteğiyle tamamlamak… Bir
başkasına destek olmak… İnsanı mutlu eden, işte tam da buydu.
Samimi ilişkilerden mutluluğa uzanan günler dileğiyle…
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: “Eğer insan karşımdakinin ihtiyacını kendi çıkarının önüne koyarsa toplamda kazanır. Hem kendi hayatını hem de ihtiyaç gördüğünü kıymetlendiren olur.”
===
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
“Kim Kimdir”, “İlişkide Ustalık”, “Başarı Psikolojisi” programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.
===
“Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?
Bunun cevabını o “bir” kişiye sorun!”
Yahya Hamurcu
Yorumlar
Samimi ilişkiler kurabilmek için ne yapılması gerektiği açıkça ifade edilmiş👏🏻