“Gülümseyin… Yoksa ‘peyniiir’ mi deseydik?” Ahmeet, diye zoraki bir tebessümle mırıldandı. “Canancım, çekmedin mi daha?” Fotoğraf çekilirken gülümseyen yüzler, sonrasında asılmıştı.
Canan; tatil diye tutturdun, geldik. Kaç gündür bizimle konuşmuyorsun bile. Fotoğraf çektirmek için peşimizde koşturup duruyorsun.
Ahmet… Tamam, bu son. Bir de beni şu havuzun başında çek, olur mu?
Artık normal hayatlarını
yaşayamaz olmuşlardı. Canan son altı aydır yedikleri, içtikleri ve gezdikleri
her yeri sosyal medya hesabından paylaşır olmuştu. Bu durum tüm aileyi rahatsız
ediyordu. Çünkü sadece paylaşım için geziyor ve alışveriş yapıyordu. Anın
tadını yaşayamıyorlardı çünkü o an gülümseyip mutluymuş gibi yapmaları
gerekiyordu. Onlar da “mış gibi” yapıyorlardı.
Canan’ın hayatının
büyük bir bölümü telefonda geçiyordu. Başlarda sürekli başkalarının hayatını
izliyordu. Onların renkli dünyası, mutlu evlilikleri ve başarılı çocukları
vardı. “El âlemin kedisi, köpeği bile daha yetenekli” diyordu. Onların
kedisi yerinden kalkmıyor, bütün gün miskin miskin uyukluyordu. Başkalarının
hayatını izledikçe kendi hayatı sıkıcı gelmeye başlamıştı. Bir süre sonra
ailesiyle birlikteyken ya da arkadaşlarının yanında tüm anlarını kayıt altına
almaya başladı. Sonra da bunları paylaştı. Sürekli yeni bir içerik hazırlamak
zorundaydı. Her an popüler olmak ve takipçi sayısını artırmak için bu şarttı.
Bunun için çocuklarına ve eşine en olmadık şakaları yapabiliyordu. Onların
üzülmesiyle, kırılmasıyla o kadar da ilgilenmiyordu. Onun için beğeniler ve
yorumlar çok daha önemliydi.
Ahmet hem eşinin
iyiliği hem de evliliklerini kurtarmak için çözümler düşünüyordu. Canan, fark
etmese de eskisi gibi değildi. Sürekli alışveriş yapıyordu, üstelik ihtiyacı
yokken… Sadece indirim olduğu için alıyordu. Kıyafetler, mutfak eşyaları,
halılar ve daha birçok şey… Evde her birinden ikişer üçer adet vardı. Evle hiç
ilgilenmediği için bunların farkında bile değildi. Eşyalar arttıkça ev
oturulmaz bir hâle gelmişti. Ne eski muhabbetleri ne de neşeli günleri
kalmıştı. Çocuklar da bu durumdan şikâyetçiydi. Canan, gece çok geç yattığı
için sabah eskisi gibi erken kalkamıyordu. Eskiden çocuklara kahvaltı hazırlar,
onları okula uğurlar ve bunları zevkle yapardı. Şimdiyse çocuklara kahvaltı
hazırlamak zor olmaya başlamıştı. Son anda kalkıp ceplerine harçlıklarını verip
yoldan bir şeyler almalarını söyleyerek yolluyordu. Sürekli dışarıdan yemek
siparişi veriyordu. Yemek hazırlamak için harcanacak vakti yoktu, takipçilerine
zaman ayırmalıydı.
Deneyimsel Tasarım
Öğretisi der ki: “Uzağı yakın ettiğinde yakın uzaklaşır.”
Hiç tanımadığı insanlara yaklaştıkça çocuklarından, eşinden, sevdiklerinden
uzaklaşıyordu. Kilometrelerce uzaktaki bir takipçisinin hayatında neler
olduğunu biliyordu; ancak okulda problemleri olan ve yatağında ağlayarak uykuya
dalan kızından bihaberdi. Sahte bir dünyanın içinde mutluymuş gibi, iyiymiş
gibi, her şey yolundaymış gibi davranıyordu. Aslında “mış gibi” yaparak
sadece ve sadece kendini kandırıyordu.
Ahmet bir sabah minik
bir gezi teklifi sundu. Bu bir doğa kampıydı. İki gün boyunca çadırlarda
kalacaklardı. Canan hemen, “İnternet var mı?” diye sordu. Ahmet
duymamazlıktan geldi. Çok güzel çekimler yapabileceği manzaralar olduğunu
söyleyince hemen ikna oldu. Kısıtlı bir zamanları olduğunu belirterek Canan’ı
iyice telaşlandırdı. “Hadi, hadi, acele edin!” diyordu sürekli. Arada da
çocuklara göz kırpıyordu. Canan bavulları nasıl hazırladı, arabaya nasıl bindi,
anlamadı bile. Yolda birkaç kez telefonuna bakındı ama bulamadı. Ahmet
çantasını bagaja koymuştu herhâlde orada kaldı diye düşündü. Birkaç kez, “Mola
versek mi?” dese de kimsenin mola vermeye niyeti yoktu. Şarkılar
söyleyerek, sohbet ederek kamp alanına vardılar.
Onlardan başka arabalar
da vardı. Araba durur durmaz hızla bagaja yöneldi Canan. Telefonunu bulmaya
çalışıyordu. Çantasını defalarca aradı ama orada da yoktu. Gözleri sinirle
eşini ararken annesi, ablası ve en yakın arkadaşını fark etti. Onlar da
gelmişlerdi. Herkes ona bakıyordu. O sırada ne olduğunu anladı. Tüm bu kamp
programı, evden çıkarken yaşanan telaş ve molasız seyahat bunun içindi. Önce
çok sinirlendi; bağırmak, kavga etmek istedi her biriyle. Sonra tüm
sevdiklerinin gözlerinin içine baktı. Sanki yıllardır görmemiş gibi içi özlem
doldu. Hiçbiri telefonlarını almamışlardı ve iki gün boyunca hayatlarının en
güzel zamanlarını geçirdiler. Yürüyüş yaptılar, kitap okudular, keyifle
yemekler hazırladılar. Doğanın içinde tüm sahteliklerden uzaklaşıp gerçeğe
yaklaşmanın mutluluğunu yaşadılar.
Canan, hayatı
yaşıyormuş gibi gelse de aslında yanından akıp gidiyordu. Bu kamp, birçok şeyi
tekrar fark etmesini sağladı. O gün bir karar aldı: Hayatı ıskalamayacaktı.
Bundan sonra kıyası sadece "kendisi" olacaktı. Başkalarının
hayatı yerine kendi hayatına odaklanacaktı.
===
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
“Kim Kimdir”, “İlişkide Ustalık”, “Başarı Psikolojisi” programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.
===
“Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?
Bunun cevabını o “bir” kişiye sorun!”
Yorumlar
Gerçek ne kadar da kıymetli
İyi ki...
Kaleminize sağlık ☺️🪷🪷
Gerçeğe uyumlu yaşamak , insanın daha kaliteli ve konforlu yaşanmasının ilk adımı …