“Anne ayaklarım üşüyor”.
Oturmuş ayaklarıma bakıyor, ağlıyordum. Benim tam üç çift ayakkabım vardı eskiden. Birini okula giderken giyiyordum, birini dışarıda oynarken giyiyordum. Bir de özel günler için almıştı babam; bayramlar veya düğünlerde giymem için. En çok sevdiğim ayakkabılarım özel günler için olanlardı. Onlar hep temiz oluyor, kenarda duruyorlardı. Ben de kirlenmemeleri için dikkat ediyordum. Onlarla su birikintilerine veya çamura basmıyordum. Kaldırımdan yürüyor, üzerine toz düşse hemen mendille siliyordum. Okula giderken de giymek istemiştim. Hatta kendimi okulun bahçesinde ayakkabılarımla dolaşırken hayal etmiştim ama annem “Sonra misafirliğe giderken giyecek ayakkabın olmuyor, elleme sakın onlara…” demişti. Haklıydı, her şeyin bir yeri vardı. Özel günlerde özel ayakkabılar giyilmeliydi. Onlar öyle her yere giyilecek ayakkabılar değildi. Ayrıca, nedendir bilmem, ayakkabıları giyince ben de daha uslu oluyordum. Sanki başka bir çocuğa dönüşüyordum. Annem ile birlikte hareket ediyor, o oturunca oturuyor, o kalkınca kalkıyordum. Hatta bir keresinde annem kahvesinden içmeme bile izin vermişti. Ev sahibi bana da bir fincan vermiş, çok az kahve koymuştu içine. Kendimi yetişkinler gibi hissediyordum. Yetişkin olmak da bunu gerektiriyordu. Öyle olur olmaz her yerde koşulmazdı. Ayrıca bunlar da zaten koşu ayakkabısı değildi, bunlar özel gün ayakkabısıydı. Özel günlerde de özel davranılmalıydı.
“Anne ayaklarım üşüyor...”
Sadece üşümekle kalmamıştı ayaklarım. Yalın ayak gezmeye alışkın değildim. Annem ayakkabılarıma uygun çorap alırdı her zaman. Bu çoraplar sadece ayakları ısıtmak için değildi, ayrıca rengarenkti. Sadece deniz kenarında yalın ayak yürürdüm. Hava ısınmaya başladığında annemi rahat bırakmazdım. Her gün olmasa da sık sık deniz kenarına inerdik. İşte orada hem ayakkabılarımı hem de çoraplarımı çıkarır, ayaklarımı kuma gömerdim. Biraz denize sokar, ıslatır, sonra yine kuma gömerdim. Kumun sıcaklığı ayaklarımı ısıtırdı. Ayrıca o kum ayaklarımı hiç acıtmazdı. Küçücük küçücüktü kum taneleri, avucumda tutamazdım. Parmaklarımın arasından kayıp giderdi tek tek. Islak olduğunda ise ayağıma yapışırdı kumlar. O şekilde ayakkabılarımı giyemezdim. Eve dönme vakti geldiğinde annem beni kucaklar, ayaklarımı suya sokar yıkardı. Ayaklarımı kuruladıktan sonra giyerdim ayakkabılarımı. O kum benim ayaklarımı hiç incitmemişti. Ama bugün ayaklarım yara bere içindeydi.
“Anne ayaklarım üşüyor…”
Tekrar ayaklarıma baktım. Sanki bunlar benim ayaklarım değildi. Kendi ayaklarıma yabancı kalmıştım, başkalarının ayaklarına benziyordu. Ayaklarımda yaralar vardı, yaraların üstünü kir, toz kaplamıştı.
Evimiz bombaların etkisiyle yıkılmıştı. Her şeyimiz o yıkıntıların altında kalmıştı. Annem beni kucaklamış, uzaklaştırmak istemişti. Güvenli kucağından beni indirmek istemiyor, sıkı sıkı sarılıyordu. O sımsıkı sarıldıkça nasıl titrediğini hissediyordum. Ama bir süre sonra yoruldu ve beni yere bıraktı. Bu kez ayağımda özel gün ayakkabılarım yoktu ama ben yine de annemin yanından ayrılmadım. Ayrıca nereye gidecektim ki... Kaybolurdum, çünkü kendi mahallemizi tanıyamıyordum. Bir de ayakkabılarım yoktu, yalın ayaktım. Yerde camlar vardı, nasıl yürüyecektim? Annem beni kucağında taşımalıydı. Her ayağa kalktığında annemin gözünün içine bakıyordum beni kucağına alması için. Ama annemin kolları yorulmuştu, çünkü biz artık her gün yürüyorduk, hep yürüyorduk. Yorulunca biraz oturup dinleniyor, sonra tekrar yürüyorduk. İlk başta ayaklarım çok acımıştı. Yere basamıyor, annemin beni kucağına alması için yalvarıyordum. Annem biraz kucaklıyor sonra tekrar yere bırakıyordu. Ayaklarım acıyor, yoruluyor sonra tekrar yürüyorduk. Etrafımızdaki herkes bizim gibi yürüyordu. Sabah kalkınca yürüyor, öğlenleri yürüyor, akşamları yürüyorduk. Çok kalabalıktık ama sessizce yürüyorduk. Ayaklarımız tozun içinde yürüyor, camlara basıyor, çamura batıp çıkıyordu.
“Anne ayaklarım üşüyor…”
“Geldim annem, geldim kuzum!” dedi annem. Yüzünde bir gülümseme vardı, arkasında bir şey saklıyordu. “Bak sana ne getirdim.” Annemin elinde bir çift ayakkabı vardı. Özel gün ayakkabısı gibi değildi, parlamıyordu. Okul ayakkabısına da benzemiyordu. Sanki eskiden özel gün ayakkabısıymış da biraz yorulmuş gibi görünüyordu.
“Anne bu ayakkabıları giyince eve gidecek miyiz?”
“Sen ne sanmıştın kuzum? Neden bu kadar yürüyoruz sanıyorsun? Ayaklarımız, bacaklarımız güçlensin diye. Yeterince güçlenince bu ayaklar adım adım tekrar masmavi denize, yuvaya, ait olduğu yere dönecek.”
Her şey muhakkak başladığı yere döner, ama başladığı gibi değil…
===
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
“Kim Kimdir”, “İlişkide Ustalık”, “Başarı Psikolojisi” programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.
===
“Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?
Bunun cevabını o “bir” kişiye sorun!”
Yahya Hamurcu
Yorumlar
Biraz bolluk biraz kıtlık döngüsü ile geçip gidiyor hayatlar...
Peki elimizde ne kalıyor?
Her halimizde neye nasıl tepki veriyoruz?
Umut eden miyiz?
İsyana düşen mi?
Her sınav, bir sonraki sınava hazırlıyor bizi....