HELALLİK

Adeta oturduğu yere çakılıp kalmıştı Sevda.  

Taa ki kızı ona dokunup “Anne iyi misin?” diyene kadar. Az önce telefonda aldığı haberdi onu bu hale getiren.

“Yılmaz abi ölmüş” demişti amcası. Duyduğu habere inanamıyordu, nasıl olurdu bu? Daha iki hafta önce Sevda’nın iş yerine uğrayıp helalleşmişlerdi. Bu nasıl bir nasip işiydi böyle?

Sevda onu babasının ölümünden yirmi yıl sonra ilk kez görmüştü. O görüşmeden iki hafta sonra da vefat etmişti.  Helalleşmek onca yıl sonra nasip olmuştu.  

Sevda’nın yıllar önce babasına kanser teşhisi konmuştu. Tedavi için Ankara’ya sevk edilmişti.  Evin en büyüğü Sevda olunca babasına refakat etmesi gerekmişti.  Aslında Sevda da o zamanlar henüz 18 yaşında idi.  

Ankara’da Yılmaz isminde uzaktan bir akrabaları vardı. Babası: “Tahliller, tetkikler yapılana kadar orada kalacağız” demişti. O zamana kadar bu akrabalıktan haberi bile yoktu Sevda’nın.  Sağ olsunlar, o süreçte evlerinin kapısını açmışlardı. Sevda tetkikler kısa sürer sanmıştı ama işler hiç de düşündüğü gibi olmamıştı. Tam altı ay Ankara’da kalmışlardı.  Babası o süre boyunca hastanede yattı ve Sevda da doğal olarak ona refakat etti.

O dönem hastane işleri fazlasıyla yıpratıcı ve yorucuydu.  Refakatçi kalmak bütün hayat konforunu azaltıyordu. İlaç almak için başka bir hastaneye gitmek gerekiyordu. Kan bulmak için ise birçok yere gidip anons ettiriyordu.

Sevda ara sıra gün içinde Yılmaz abilere gidiyordu. Orada duş alıyor, eşyalarını yıkayıp ütülüyor ve en güzeli; sıcak ev yemeği yiyordu. Bu, öyle iyi geliyordu ki evinde gibi mutlu hissediyordu.

Yılmaz abinin eşi sanki ablası gibi onunla özenle ilgileniyordu. Bununla birlikte Sevda, Yılmaz abiden biraz çekiniyordu. Çünkü onun daha soğuk, mesafeli, sert bir yapısı vardı. Karısı ise onun tam zıddı sıcakkanlı, samimi ve yumuşaktı.

Hastane süreci uzayınca ister istemez bu gidip gelmeler de artmıştı. Sevda çok yorgun oluyor, evde pek bir işe karışmıyordu. Yılmaz abi ve eşi çok hızlı hareketli ve pratik insanlardı. Sevda akrabaları gibi değildi, yavaştı biraz. Annesi hep babasına benzediğini söylerdi. Bir gün Sevda masayı toplamaya yardım ederken Yılmaz abi, “Sen ev işi biliyor muydun?” deyivermişti.

Sevda buna çok ama çok üzülmüştü. Hem utanmış hem de ne diyeceğini bilememişti. Gözleri yaşlanmış, ağzı büzülmüş, çenesi titremişti. Yılmaz abinin eşinin araya girmesi ile süreç tatlıya bağlanmıştı. Ama Sevda, aradan yıllar geçmesine rağmen hala o anı unutamamıştı. Her aklına gelip düşündüğünde canı acımıştı. Aklına babası gelince hep bu ana dönerdi.

Halbuki bu insanlar ona altı ay evini açmıştı. O sıkıntılı süreçte hayatında güzel olan ne varsa akrabaları ile yaşamıştı. Yılmaz abinin eşi çok maharetliydi. Hiç bilmediği yöresel yemekleri tatmıştı. Daha önce hiç yatmadığı mis kokulu yün yataklarda uyumuştu. Bahçeli müstakil evlerindeki ağaçlardan ne doğal meyveler yemişti. Yılmaz abi ondan hiçbir şeyi esirgememişti.

O sıkıntılı süreçte Sevda genç olduğu için olsa gerek bu lafa takılmıştı. Hatta Yılmaz abiye “gıcık” bile olmuştu.  Çok zorlandı ama ertesi hafta hiç Yılmaz abilere gitmedi. Sonraki hafta annesi ve kardeşi babasını ziyarete geldiler. Hem Yılmaz abi hem de eşi asıl annesinin yakını idiler. Annesi ne yaptı etti ise Sevda’yı Yılmaz abilere getiremedi. 

Aradan yıllar geçip de Yılmaz abiyi ofisinde görünce çok şaşırmıştı. Yılmaz abi de eşini kaybetmiş ve artık çok yaşlanmıştı. Nedense onu görünce gözleri dolmuş ve istemsiz ona sarılıvermişti.

Aslında bunca senedir o olaya neden takıldığına anlam veremedi.  “Çok saçma ve ne kadarda çocukça” diye düşündü. Onlar tüm ailesine maddi ve manevi destek olmuşlardı. “Şimdi bana biri gelse ve altı ay kalsa ne kadar zorlanırım, ağırlayabilir miyim evimde?” dedi kendine. Yıllar sonra artık hakkını helal edebilecek seviyedeki olgunluğa gelmişti. Bu ziyaret sonunda Yılmaz abi “Ben yaşlandım, hakkını helal et…Bir daha ya görüşürüz ya görüşemeyiz” demişti. “Olur mu Yılmaz abi, sen bize taş çıkartırsın, maşaALLAH!..” dese de hakkını gerçekten samimi bir içtenlikle helal etti. İçi çok rahattı, “Sen ve eşinin yaptıklarını unutamam. Asıl, sen hakkını helal et. Bize evinizi açtınız, yuva yaptınız. Bu zamanda kimse yapmaz bunu.” dedi. Sevda o günü düşündüğünde ona helalleşecek imkânı nasip ettiği için ALLAH’a şükretti.   

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: “Kişilik, karakter katmakla olur.” Kin, olumsuz bir duygu; vefa ise olumludur.

Peki, ya bizler?.. Bizim de içimizde büyüttüğümüz kinlerimiz, öfkelerimiz yok mu? Gerçekten değer mi?

En azından sorgulamaya değer değil mi?

Bunlar, sırtımıza ağır gelen ve düşündükçe insanın canını sıkan, acıtan yükler aslında. İnsana faydası olmayan, aksine zarar veren yükler. İnsan affetmeye başladıkça hafifleyip yüklerinden kurtuluyor. O zaman affeden ve hafifleyenlerden olmak ümidiyle.


===

 Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.

Kim Kimdir”, “İlişkide Ustalık”, “Başarı Psikolojisi” programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.

 ===

 “Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?

 Bunun cevabını o “bir” kişiye sorun!”

 Yahya Hamurcu







Yorumlar

Şükran dedi ki…
Vefalı olmak güzel bir haslet...
Adsız dedi ki…
bize yapılan iyiliği unutmayanlardan olalım inşAllah
Betül dedi ki…
Ömür bir an... Ve insanoğlu yaratılış gereği nankör, zorba ve kendinden yana olmaya meyilli... Allah herkese helalleşebilmrk nasip etsin...
Sibel bslgn dedi ki…
Adaletli algılayıp insanlara hakkını verenlerden olmak çok kıymetli. Takılıp kaldıklarımızdan kurtulup yüklerimizi hafifletenlerden olmak ümidiyle teşekkürler kaleminize sağlık
🥀🌾🥀🌾🥀🌾
Adsız dedi ki…
Kaleminize sağlık 🌹
Karakter katmak insanın olgunlaştırır.
Ncy Bşl dedi ki…
Öğrenebilen olmak ne kadar da kıymetli değil mi...
İnsanın yaşadıklarından ders alması, herşey o zaman daha kolay sanki...
Kaleminize sağlık
Gülcan dedi ki…
Kaleminize sağlık. Çok içten bi yazı olmuş…
İnsan affedince en çok kendine iyilik yapar…
E.U dedi ki…
Amiin 🌸