Bir odadan diğerine geçip duruyordu Selin. Ara sıra da biraz uzaklaşmak için dışarı çıkıyordu. İçeri geçince pencereden etrafa bakıyordu, bir umut… Ama yok… İçindeki sıkıntı bir türlü geçmiyordu. Neredeyse nefes almakta zorlanıyordu. Zaten daha sabahtan hatta akşamdan böyle olacağı belliydi. Keyifsiz yatmıştı o gün, dolayısıyla kalkışı da pek keyifli olmamıştı. İnsan nasıl yattıysa öyle kalkar derler ya hani, böyle zamanlarda kimseyi görmek istemezdi. Annesi ve kardeşi sürekli sorular soruyordu. Bir yandan onları geçiştiriyordu. Uzaklaşırdı herkesten olabildiğince, içine kapanırdı böyle zamanlarda. Yine öyle yaptı ve iç dünyasında geçmişe gitti.
“Acaba öyle değil de şöyle yapsaydım nasıl olurdu? Niye sanki hep başladığım yere dönüyor gibi hissediyorum? Sanki bir arpa boyu yol alamadım. Yok, bence ben değişmem. Herkes ileri giderken ben geri geri gidiyorum gibi geliyor…”
İç sesi çok da iç açıcı değildi. Şu anki halinden daha kötü hissetmesine sebep oluyordu. “Biraz uyuyayım bari…” dedi. Başını yastığa koydu ama sanki biriktirdiği her şey birden başına üşüşmüş gibiydi. Bu sinsi düşüncelerin, zayıf bir anını kolladığını fark etti. Ne zamandır orada bekliyorlardı acaba?
Böyle hissettiğinde genelde açıp bir şeyler izlerdi. Film, dizi, kısa videolar her ne olursa artık. Çünkü o anlarda içindeki sıkıntıyı unuturdu. Geçip giderdi ya da o öyle olduğunu zannederdi. Zihnine hücum eden düşüncelere bakılırsa pek de geçip gittikleri söylenemezdi. Sanki daha çok büyüyerek geri gelmişler gibiydi.
Ne yapmak istediğini içinin gerçekte neye daraldığını anlayamıyordu. Kendine kızgınlık vardı daha çok… Belki de kırgınlık… İnsan kendiyle mutlu olamayınca kimseyle mutlu olamıyordu. Etrafındakilere kızan huysuz tipleri düşündü, meğer kendilerine kızıyorlarmış. Çünkü Selin de şu an aynı şeyleri hissediyordu. Kimseye gülmek, güzel söz söylemek istemiyordu. Sorulan sorulara ters cevaplar verdiğini fark ettiğinde anladı. “Kabın içinde ne varsa dışarı o taşar.” diye boşuna dememişler.
İnsan kendi için bir şey yapmadığında kimse onun için bir şey yapmıyordu. Doğru kapılar öylece kendiliğinden açılmıyor, mutlaka öncesinde bir emek, bir bedel gerektiriyordu.
“Peki, şimdi ne yapmalı?” diye geçirdi Selin içinden. Bu böyle mi gidecek?
Aslında kendince fark ettiği sorun, isteklerinin problem olmaya başlamasıydı. Sonra o problemler çözülmeyi bekleyen birer düğüm, çözemedikçe ise kördüğüm oluyordu. Başını ellerinin arasına aldı, niye bu kadar etkilendiğini düşündü. Etrafına baktı her şey çok güzeldi ve yolundaydı. Baktığında böyle hissetmesi için bir sebep yok gibiydi. Peki, neydi şu anda yolunda gitmeyen?
İnsan kendi problemini oluşturmadıkça hayat ona çözmesi için bir problem gönderir. Galiba sorun buydu. Selin bazı adımları atmaya korktukça başka türlü sorunlar onu buluyordu. Sonra istemese de onları çözmeye uğraşıyordu. Anladı ki kaçmak bir çözüm değil yalnızca problemin daha da büyümesine sebep oluyordu.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: “Probleminin gerçeğini anlamak gerçek çözüme ulaşmayı sağlar.”
Peki, kaçımız gerçekten hayatımızı kendimiz yönetiyoruz? Kendi problemimizi oluşturabiliyoruz ve onu çözmeye çalışıyoruz? Yoksa sürekli büyüyen problemlerle karşılaşıp kördüğüm olduğunda mı çözmeye uğraşıyoruz?
Eğer şu an nefes alıyorsak hala değiştirebileceğimiz çok şey var. Her şey kördüğüm olmadan önce doğru yere düğüm atmak bizim elimizde…
===
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
“Kim Kimdir”, “İlişkide Ustalık”, “Başarı Psikolojisi” programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.
===
“Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?
Bunun cevabını o “bir” kişiye sorun!”
Yahya Hamurcu
Yorumlar