KARANTİNA GÜNLÜKLERİ
Öyle
bir koşturmacanın içinden çıkmıştık ki, karantina zamanı ilk hafta
çoğumuza tatil gibi geldi. Zihnimiz dinlendi, arındığımızı hissettik. Kimileri
tek başına kimileri ailesi ile izole oldu. Bir yanı bu değişime direndi, bir
yanı keyif aldı. Bir süre sonra özlemeler başladı. Aramalar sıklaştı, mesajlar
çoğaldı, sosyal medya kullanımı arttı. Neden? Çünkü seçilmiş yalnızlık güzeldir
ama yalnızlığa zorlanıyorsan ve bu çok uzun sürüyorsa içinde kabarcıklar
oluşmaya başlar. Sıkıntı dersin, anlam vermeye çalışırsın, kendini
oyalarsın. Aslında ‘Muhtaçlıktır’ o. Aklımıza
bile gelmeyen kelime. Egomuza yakıştıramadığımız ama büsbütün gerçek olan.
İnsanın
tabiatı işte; hem çift hem tek olmak ister, hem kalabalık hem yalnız… Bir kısım
insan yalnızlıktan hiç hoşlanmaz. Kimileri kişisel hayatında yalnızlığı sevse
de topluma dahil olmadan yaşamını sürdüremeyeceğini bilir. Öyle ya da böyle
buna tahammül eder. İnsan yalnız başına çoğalamıyor, ürettiğini satamıyor,
sattığından gelen parayı tüketemiyor. Mutlaka birilerine ihtiyacı var.
Sattığımız papucu giyecek, pişirdiğimiz ekmeği yiyecek birilerine ihtiyacımız
var. Youtube kanalımıza yeni videolar çekecek ya da instagramda reklam
yapacaksak, yaptığımızla ilgilenen insanlara ihtiyacımız var. Birileriyle
üretecek birileriyle tüketeceğiz. Sosyalleşmemiz gerekiyor değil mi? En az
bir kişiyle. Kime ihtiyaç duyuyorsak. Para kazanabilmemiz içinse çok daha
fazla kişiye ihtiyacımız var. Kimileri bu iletişimi severek kuruyor kimileri
sevmeyerek. Ama karantina zamanları görmüştük ki insan insana hakikaten muhtaç.
Dertli
olduğunda başını birinin omzuna yaslamak istiyorsun. Hayatının başrolünde kim
varsa, kimi istiyorsan… Giyinip kuşanıp topluma karışmak, var olduğunu
hissetmek istiyorsun. Varlığının birileri için anlamlı olduğunu bilmek yaşamına
değer katıyor. Kimileri onlarca kişinin özlemini çekerken bazıları da sadece
bir kişinin yolunu gözlüyor. Doğduğumuzdan beri bu böyleydi. Dünyaya bir ağaç
dalında gelmemize izin verilmedi. Bir tarlanın ortasına uhrevi bir şekilde
ışınlanmadık. Hatta doğmamıza bir kişinin varlığı da yetmedi. İki kişinin bir
araya gelmesi, bir kişinin de dünyaya getirmesi gerekti. Sonra gözümüzü açtık.
Asla yalnız kalamadık. Gözümüzü ya bir hemşireye ya bir köy ebesine açtık.
Sonra birileri bizi büyüttü, ailemiz ya da bir yetimhane görevlisi yahut hiç
aklımıza gelmeyecek birisi. İnsan ırkından biri tarafından büyütülmeye
muhtaçtık. Hem de başka hiçbir yolu yoktu. Kendi kendimizi büyütemeyecek kadar
acizdik. Aklımız başımıza gelene kadar birilerinin himayesine muhtaçtık. Bu çok
garip değil mi? Neden tam tersi de olabilecekken böyle oldu? Pekâlâ dünyaya
kendim gelip, doğduğum yerde büyüyebilirdim. Şimdi nasıl bir kadının içinde üç
kilo bebeğin büyümesi normal geliyorsa o zaman da o normal gelecekti. Ama öyle
olmadı, çünkü böyle takdir edildi. Bu bilinçli bir tercih. Çünkü bu sınav
sahasında insanın sınav objelerine ihtiyaç vardı. Ve bu kâğıt kalem olarak
seçilmedi. İnsan bizzat insanla sınanacaktı. Bir insan diğeriyle olan iletişimiyle bir
ömür mücadele verecekti. Sevdin mi? Nefret mi ettin? Ayrıldın mı? Aldattın mı?
Ticarette kazıkladın mı? Kimin canını yaktın? Bunları neden yaptın? Hepsinin
bir önemi olacaktı. Yoksa insanın neden sevme, sevilme, aile kurma, arkadaşıyla
kahve içme gibi istekleri olsun ki?
Sokaklar
bomboş olsa kime satacağız kahvemizi? Kim okuyacak yazdıklarımızı?
Çocuklarımıza kim eğitim verecek? Kiminle paylaşacağız en özel günümüzü ya da
cenazemizi? Belki de hiç bu kadar muhtaç olduğumuzu fark etmemiştik. Sokakların
şenlenmesi için o sevmediğimiz kalabalığa ihtiyacımız var. Otobüse binerken
yaşlı teyzenin sıkıştırmasına, self servis yemek kuyruğunda uzunca beklemeye,
metrobüs durağında rahatsız olduğumuz konuşma seslerini duymaya ihtiyacımız
var. Çünkü bu yaşamın, varlığın, döngünün işareti. Bir süre evde geçici olarak
oturuyor olmanın verdiği sabırla dayanabilmiştik. Ama bunun ölene kadar
süreceğini bilsek çok değil bir yıl sonra huniyle gezmeye, duvarlarla
konuşmaya, erken ölmek için dua etmeye başlarız. Öyle ki yokluğunda
dolması gereken bir boşluğun, aldığın hayır dualarının ve sevgi dolu bir kalbin
olmalı. Yoksa kuru kalabalığın kime faydası var? Madem bunca insana muhtacım ve
hepsi benim sınavım için var, öyleyse buna uyumlu yaşamadığımda başıma neler
geleceği de aşağı yukarı belli. Hayatın döngüsünde insanlarla birlikte ve ‘mutlu’ olmayı
becerebilmek. Çünkü benden ‘yalnız’ ve ‘mutsuz’ olmam istenmedi. İstenseydi bu
dünyaya yalnız gelirdim ve haz alabileceğim hiçbir şey olmazdı. Ama yalnız
değilim ve bu yalnızlığı giderme, ihtiyaçlarımı görme isteğim var. Mutlu
olabilmem için onlarca sebep var.
Biz
bunları unuttuğumuzda bir virüsün gelip jest yapması gerekiyormuş. Çünkü biz
birbirimiz varken de hızlı yaşayarak kalabalıklaşıyorduk. Alt komşumuzdan,
yandaki oda arkadaşımızdan belki de yatağımızdaki eşimden haberimiz yoktu.
‘Madem uzaklaştın, biraz daha uzaklaş bakalım nasıl oluyor?’
dendi. Uzaklaştık da. Uzaklaştıkça daha çok yakınlaşmak istedik.
Annemizin kahve içmeye gelememesi, kankamızla kafeye gidememek canımızı yakar
oldu. Halbuki gittiğimiz de orda değildik ki… Yarı baygın gözlerle, mutsuz, aklımız
başka yerlerde yarım yamalak oturup kalkıyorduk. Onu bile özler olduk.
Deneyimsel
Tasarım Öğretisi der ki: “İnsan
insana muhtaç bu sebeple iletişim kalitesi hayattaki en önemli konforudur.”
Mutluluğu bazen çok uzaklarda ararız. Oysa ki çoğu zaman yanı başımızdaki insanlarla geçinebilmeyi öğrenmekte gizlidir. Sıkıldıkça kaçmak isteriz, kaçtıkça problemin büyüdüğünü görürüz. Onlarsız yapamadığımızı anladıktan sonra her şeye yeniden başlarız ve bu böyle sürüp gider. En doğrusu olayın başındayken düğümleri çözebilmektir.
===
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
“Kim Kimdir”, “İlişkide Ustalık”, “Başarı Psikolojisi” programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.
===
“Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?
Bunun cevabını o “bir” kişiye sorun!”
Yahya Hamurcu
Yorumlar