Yavrucuğum,
Kısa
da olsa, seninle zaman geçirmiş olmanın huzuru ile döndüm buralara… Ve o tat
ile devam ediyorum günlerime… Ama mektubundan anlaşılan o ki senin canın yanmış
şu günlerde biraz. Ekşi ekşi konuşanlar olmuş ha!
Eskilerin
lafı vardır; ağzı çuval değil ki dikelim… Hoş, çuval olsa da dikemezsin ki…
Ağzı olan konuşacak tabii ki… Ağız bu işe de yarıyor. Ama çamaşır makinesinin
görevi çamaşır yıkamak deyip, gece gündüz durmadan çalıştırırsan, motoru
yakarsın. Üstelik kişiye pahalıya patlar. E malum, elektrik faturaları hayli
arttı…
İnsan
elektriği, suyu tüketince karşılacağı faturadan kaygılanır da konuştuklarının
faturasını hiç düşünmez. Mutfağın gideri, çocukların gideri… Hesaplanır da
hesaplanır. Ama kimse, kendi hesabını yapmaz. Kendi davranışlarının hesabını
yapıp, hesap vereceği güne hazırlanmak, aklının ucundan geçmez. Dolayısı ile
ekşisi bol davranışlar, ekşi ekşi konuşmalar kolay olur. Ha, ekşi de bir tatdır
ama biraz yüz ekşitir. Ekşinin kaynağına bakmak lazım… Gerçek bir yerden
geliyorsa bu tat, şifadır yersin. Ama ne idüğü belirsiz kaynaktan çıkan ekşi,
sana şifa değildir, yüzüne bakmaz, geçersin.
Şimdi
sen de adı sosyal kendisi asosyal olan ortamdan konuşulan laflara mı
üzülüyorsun? Kim olduğunu bile gösterme cesareti olmayan, kimliksiz yazıları mı
şimdi kafaya takalım? Tamam, ne denildiğine bakalım. Ama ne denildiği kadar bir
de bunu kimin dediğine bakmak gerekmez mi? Seni gizli kapaklı biri olarak
suçlayan insanın neden adı açık değil? Madem bu kadar önemli laflar konuşuyor…
Madem ne söylediğinden çok emin.. Neden adı sanı yok? Pazara gidince malın
üzerinde etiket görmek ister insan; değerini bileyim diye… Sonra o da yetmez o
maldan tatmak ister ederi ne diye. Bir de işin ehli vardır; malın içeriğini
analiz eder, zehir var mı diye…
Anneciğim,
haklısın… İftira can yakar… Zehirlidir… Geceleri uykun kaçar. Kalbin tam orta
yerinden sızım sızım sızlar. Gözüne yaş olur o sözler, tepkiler… Sen ağlarsın
akar gider. Zehiri panzehire çevirmek, zehiri yaratana zor değil. Ama o lafın
kaynağı ne yapsın, bir de onu düşün… Yazık değil mi ona(!) Tüm kini, nefreti
ağzından yüreğine akıyor her seferinde… Kalbi ne yapsa huzur bulamıyor. Yiyor
olmuyor, içiyor olmuyor, geziyor olmuyor, konuşuyor hiç olmuyor… Ama tabloya
bakınca olmuş gibi görünüyor. Ne resimler var, ne anlattığını ressamın da
bilmediği… Ama karşısında binlerce insan anlamış gibi yapıyor çağdaşlık
kaygısından.
Çağdaşlık
ve çağdışılık kavramları arkasında kendini tatmin eden sözler… “Hiç modern
değil, çağdışı” diye tepeden tepeden dökülen boş konuşmalar…. Ne oldu; on sene
önce çok moderndin ama şimdi gülüyorsun o haline! Modernlik senin çağına olan
uyumun demek ki… E bu nasıl çağ on senede değişmiş… Onunki on sene de değişmiş
ötekinin ki günlük değişiyor. Demek ki bu iş kişiye göre değişiyor. Herkesin
modernliği kendi normallik anlayışına göre… Bir kere oraya geçmeden şuna
bakalım: normal olanın doğru olduğunu onlara kim söylemiş? Sürü psikolojisini
aşağılayan zihniyet, ne oluyor da toplumsal kabul görmüş şeylere bu kadar
sarılıyor(?) Tutarsız değil mi? Toplumun çoğunluğu buna modern diyor diye
herkes normal olmak zorunda mı? Ne biliyorlar belki anormal olan doğrudur! Bin
kişiye sordular da binbirinci kişiyi neden küçük gördüler?
Sonra
sosyal, toplumsal kavramlarını bu kadar çok severken, topluluklara düşman olmak
da neyin nesi? Neden yüzlerce, binlerce topluluk ile iş birliği
içerisindeyken…. Hatta her gün bin kişilik iş yerine giderken, sizin
sayılarınız bu kadar problem oldu? Kime ve neye zarar verdiniz? Buna bakmanı
tavsiye ederim… Bakıyorum, fayda üzerine fayda vermişsiniz… E o zaman, konuşan
nefsinden konuşur. Nefs de insanı
yanıltır be yavrum. Bunlar yanılmış sözler, yanılmış eller…
Bir
kişi, bir grup doğrunun bekçisi olamayacağı gibi, gerçeği tekrar tekrar
oluşturmaya çalışmak da imkansızdır. Gerçek
bir kez yaratılmıştır ve değişmesi söz konusu değildir. Bunu ancak, gerçeği
idrak edebilmiş olanlar görür. Yanılmamış değil, yanılmış ama yanılgısını fark
edip doğruya yelken açanlar. Yoksa, doğrunun günlük değiştiği yerde doğru insan
diye bir şeyden de söz edilemez olurdu. Dürüstlük, sahtekarlık kavramları gün
be gün değiştiği için, insanlar da canının istediği kavrama tutunurdu… Hatta
bugün tam olarak bu oluyor.
Velhasıl
evlat,gerçek her daim çok net ve anlaşılırdır. Basittir bir saçmalığı ortaya çıkarmak. Ancak kibrin bu kadar güçlü
ve hakim olduğu “modern” dünyada “KRAL ÇIPLAK” diyecek cesaretler eksiktir. Acılar
içinde kıvranan ve acısından hareket edemeyen, zehri tüm hücrelerini sarmış
zehirli zihniyet, anca elindeki telefondan seslenir taraftarlarına… Kim
olduğunu söylemez çünkü yaptığının yanlış olduğunu, sahtekarlık olduğunu
söyleyen bir iç ses vardır hala, yaradılışın hatırına…
Üzül
tabii, üzülme diyemem. Biliyorsun, üzülmek iyi insanlara yakışır. Ha, o yüzden
sakın o insanların üzülmesini isteme, dileme… Çünkü bu mümkün değil. Onlar
üzülmezler, onlar geleceği kesin olan bir güne kadar, eğlenirler. Özünü
kaybetmiş, sahte kimlikleriyle var olmaya çalışırlar. Ama bir şey olamayınca da
sinirlenir, seni değişmekle suçlarlar. Sesi
gür çıkanın doğru söylediği kabul edilen hayatta da elbette olan yine masuma
olur. Kavgada en çok haksız olanın sesini duyarsın. Haklı olan sessizdir.
Sessizliğinin gücü, olgunluğundan gelir. Olgun olduğu için sessizdir,
acizliğinden değil.
Senin
değişmiş olman neden birilerini bu kadar sinirlendiriyor? Neden bunu bir alay
konusu yapabiliyor? Değişmenin neyi tuhaf? Hangi yaratılan canlı değişmeden
durabilmiş? Değişmeyen tek çiçek, vitrindeki yapay çiçektir. Sahte olandır
yani… Bir de çiçeklerin katilleri vardır. Onlar her dönem olmuştur. Ama asla
çiçeklerin varlığını engelleyememişlerdir.
Gerçek
olan değişir. Önemli olan değişimin yönüdür. Eskiden çirkin yollardan para
kazanan bir insan bugün doğru kazanç yöntemine ulaşmışsa, bu bir başkasını
neden rahatsız eder? Çünkü kendisi hala o çirkinliği yapıyordur da ondan…
Yazılanlara
yanıt vereyim mi diye soruyorsun. Tabii ki verme yavrum! Ne diyebilirsin ki?
Sen akıllıca konuşacaksın. Ama onlar, senin akıl sağlığının yerinde olmadığını
söyleyeceklerdir. İnsanlık var olduğundan beri hiç değişmemiştir bu; toplumun
en akıllıları, akılsız olmakla suçlanmıştır. Akıl sağlığını yitirmiş olmakla…
Buna kim inanmıştır peki? Gerçeği söyleyeni deli olmakla suçlayan zihniyet,
kimleri buna ikna etmiştir? Kendisi gibi, aklı kolayda arayanları…
Sahtenin
yüzü makyajlıdır; hoşa gider. Gerçeğinki ise biraz biçimsiz… Peki, yıkayınca
boyası akacak olan kumaşı alan tüccar mı
daha akıllıdır, yoksa biraz rengi soluk ama hiç eskimeyecek olanı alan mı?
Sonra,
doğa çıkarımlarla doludur. Sahibinin bahçesinden havlayan köpeğe hoşt, demeye
gerek var mı? Anca koşarak sana doğru geldiğini gördüğün köpeğe karşı tedbir
alırsın. Ama hiçbir köpek, durup dururken seni ısırmaya gelmez. Zarar vermeyene
zarar vermek, hatta iyilik yapana kötülük yapmak, meyve veren ağacı taşlamak,
insana has davranışlardır.
İnsanoğlu
aldanır, ama aldandığını fark etmez. Kandırılır, kandırıldığını fark etmez.
İnsan, en çok kendine yabancıdır. Kendi yanılmışlığını, aldanmışlığını,
aldatılmışlığını, içinde bulunduğu tuzağı, esiri olduğu mercileri, esaretini,
bağımlılıklarını görmez. Hiç gözünü eliyle kapatan, elini görebilir mi(?) Birinin
ona önce, gözünü kapatması için eline ihtiyacı olmadığını söylemesi gerek. İkna
olursa, elini gözünden çeker. Ve en önemlisi ona şunu fark ettirmek gerek: Sen
gözlerini kapatsan da kapatmasan da gerçek, gerçekleşmeye devam edecek!
===
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
“Kim Kimdir”, “İlişkide Ustalık”, “Başarı Psikolojisi” programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.
===
“Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?
Bunun cevabını o “bir” kişiye sorun!”
Yorumlar
Zaman gerçekten yana elbet ortaya çıkacak…