Çeviri

Sayfalar

İmkansızlığın Gücü Adına!

 







Dalgalı kumral saçları, badem gözleri, endamı ile Füsun güzel bir kızdı. Ailesi varlıklı ve nüfuz sahibiydi. Hem güzellik hem de imkan olarak “Şanlı” dediklerimizdendi.  

Fransız ekolü olan bir okulda iyi bir eğitim görmüştü. Hatta taçlandırıp yurt dışında iki senelik bir master programını tamamlamıştı. Tabii bu günlere gelebilmesi için ailesi yıllarca imkânlarını sevgili evlatları Füsun için seferber etmişlerdi.

Eksik kaldığı derslerden özel hocalar tutulmuş, her gün onu çalıştırmak için bir abla ayarlanmıştı. Bir dediği iki olmamış olmasa da gönlü hoş tutulmuştu. Küçüklükten beri her hafta aldığı piyano dersleri, bale dersleri, tenis ve voleybol dersleri de cabasıydı.

Anne ve baba tarafından ailenin ilk torunu, göz bebeği idi. ‘Sarı papatyam’, ‘Prensesim’, ‘Kraliçem’ seslenişleri aşina olduğu sevgi sözcükleri idi.

Aile içerisinde pamuklara sarıp sarmalanarak büyütülmüştü. Gerçek hayat öyküsünde ise işler o kadar da iyi gitmemişti. Geçen yıllar içerisinde zannettiği gibi yol alamamış, kendi çabası ile elde ettiği bir başarısı olmamıştı. İsteklerine kavuşabilmiş olsa da mutluluğa varamamıştı.

Çok fazla mücadele etmeden pes ettiğinde, kendini yetersiz gördüğünde, hayat enerjisi düştüğünde aklına şu soru düşerdi:

“Her anlamda bu kadar zengin olmasa hayatı nasıl olurdu acaba? Ailesinin ilgisi ve imkânları olmadan ne yapardı?”

En yakın arkadaşı mesela, hayatı dizi olsa seyretmeye değerdi. İzlenme rekorları kıracak kadar olmasa da zor bir çocukluk geçirmişti Gamze. Küçük yaşta babasını kaybetmişti. Tüm arkadaşları, okuldan geldiklerinde annelerince kek kokuları ile karşılanırken; onun annesi çalışmak zorunda kalmıştı. Küçük kardeşine annelik yapmak da ona kalmıştı. O yaşında evi çekip çevirmiş, konu komşu ilişkilerini yürütmüştü. Öte yandan okulda öğretmenlerinin göz bebeği olmayı da başarabilmişti.

Füsun’un aksine Gamze’nin; insanilişkileri, iş hayatı ve evliliği rayında gidiyordu.

Onun hayatına imrenmesi değildi mesele, öyle bir hissi de yoktu zaten ama onca imkana rağmen yaşadıklarının neden kaynaklandığını anlamaya çalışıyordu.

Zenginliği, sosyal çevresi, güzelliği… Tüm bunlar sahip olduğu görünen avantajları idi. Peki ama görünmeyen dezavantajları ne olacaktı?



Sahip olduğu imkânlarla çok daha ileri bir seviyede olması gerekmez miydi? 

Başladığı nokta ve vardığı nokta arasındaki fark pek de tatmin edici değildi!

İnsanlar ne yollar kat edebilmişler, kendilerine ne marifetler katabilmişlerdi…

Nasıl oluyordu da onun onda biri imkânına sahip kişiler; kariyer, insan ilişkileri, mutluluk, güç anlamında bambaşka noktalara varabilmişlerdi?   

Yarışa açık ara farkla önde başlamıştı….

Ne olmuştu da böylesine gerilerde kalmıştı?

Kimimize doğuştan, ailemiz tarafından ne imkânlar sunuldu… Kimimiz ise ne imkânsızlıklarla baş etmek durumunda kaldık…                                           

·        Peki, imkânlarımız bizi daha güçlü yaptı mı?

·        Hayatın toplamında bize mutluluk verdi mi?

·        İmkanlarımız bize, gerçek başarılar kazandırdı mı?

·        Bizi dünümüzden daha marifetli yaptı mı?

·        Ya da imkânsızlıklarla mı yol almayı öğrendik, marifetlendik, güçlendik?

 

Deneyimsel Öğreti der ki her avantaj aslında dezavantajdır.

İnsan avantajlarına güvendiğinde gelişemez, öğrenemez.

Önemli olan şey, kişiye ne verildiği değildir, kişinin kendisine verilenlerle ortaya ne koyduğudur.

İki kişiye aynı malzemelerin verilmesi ortaya aynı sonucun çıkacağını göstermez. Birisinin malzemeleri bekleyerek çöpe giderken, diğerininki bir şölene dönebilir.

İnsan malzemenin bolluğuna bakarak yanılır. Malzemesi çok olduğunda, ortaya iyi işler koyacağını zanneder.

Peki bir şeyin sadece var olması onu faydalı kılar mı?

Bir makas, sadece bir çekmecede durduğunda işe yarar mı? Makasın olması mıdır, makası kullanmak mıdır işe yarayan? Hatta bazen makasın olmaması daha işe yarar olabilir mi?

İnsanın imkansızlığı ona marifet kazandırır. Çözümü olmadığında kişinin kendisi çözümdür artık. Makas olmadığında insan çözüm aramaya başlar. Ve her arayış, her deneme ve her yeni fikir ona yeni bir marifet katar. Kişiyi özgüvenli yapan da budur aslında. İmkanları değil de, yapabildikleri…  


                               

Öyleyse imkansızlığın gücü adına… 



Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.

 

Kim Kimdirİlişkide UstalıkBaşarı Psikolojisi programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.

 

===

 

“Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?

 

Bunun cevabını o “bir” kişiye sorun!”

 

Yahya Hamurcu

You May Also Like

10 comments

  1. Adsız12/11/23

    İmkansızlık her zaman imkana döner. İmkanlar da imkansızlığa… Kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Adsız12/11/23

    Çözümü olmadığında kişinin kendisi çözümdür artık... Kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil
  3. Adsız12/11/23

    Kaleminize sağlık imkansızlıklarda verdiğimiz mücadele kalıyor aklımızda ve dönünce keyif alıyoruz . O yaptıklarımız özgüven veriyor bize sonraki hayatımızda verdiğimiz kararlarda . O imkansızlıkların verilmesi bile bir ikram olduğunu fark ediyor insan geçmişe dönüp basınca

    YanıtlaSil
  4. Işıl Sezer12/11/23

    Çözümü olmadığında kişinin kendisidir çözüm artık 🙏

    YanıtlaSil
  5. Adsız13/11/23

    İmkanların verdiği konfor insanı üretmekten uzaklaştırıyor. İnsan hep üretimde olmalı. Kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
  6. Bir makas, sadece bir çekmecede durduğunda işe yarar mı? Gerçekten düşündürücü... Ve buna rağmen insanın hep imkan artırmaya çalşması

    YanıtlaSil
  7. Betül14/11/23

    Ne kadar da imkan odaklı gidiyoruz... Somut bakıyor öylesiniz istiyoruz. Gerçekten ihtiyacımız olanı fark edebilmek ümidiyle...

    YanıtlaSil
  8. Adsız17/11/23

    İmkanlarını kullanan değil kendi imkanlarını oluşturanlar olmak dileğiyle..

    YanıtlaSil
  9. Adsız27/11/23

    O imkansızlığı marifete çevirebilmek...

    YanıtlaSil