DÖNER Mİ
GECELER SABAHA?
Salih, izlediği filmin de etkisiyle derin
derin düşüncelere dalmıştı. Film bir avukatın hayatını anlatıyordu. Adaleti
savunan, zulmün karşısında dik duran bir avukatın davalardaki başarı öyküleri
aktarılıyordu.
Dinlenmek, hoş vakit geçirmek için
izlediği film onu yorgun hissettirdi. Bu yorgunluk fiziksel değil daha çok
ruhsal bir yorgunluktu. Çünkü dava dosyası olan her insanın başka bir hikayesi
vardı. Kim bilir, daha bunun gibi görülmeyi bekleyen nice dava dosyası!
Kim bilir, nelere şahit olmuştu bu
insanlar? Nelerle sınanmışlardı? Ne yaşantılar barındırıyordu bu dosyalardaki
davalar? Ne hatalar, ne pişmanlıklar, ne kalp kırıklıkları, ne acılar, ne
tükenmişlikler… Travma sonrası yaşananlar, derin bir sessizliğe bırakıyordu
kendini. Herkes adalet arayışı içindeydi.
İnsanlar problemleriyle ne zaman
yüzleşmeliydi? Büyütmeden çözebilmeleri ellerinde değil miydi? Her bir dava;
sırtında ağır yükler barındıran insanların gölgesiydi. Salih insanların basit
problemleri çıkmaza sokmalarına derinden üzülüyordu.
Herkesin davası nasıl da birbirinden farklıydı.
Yanlış anlamalardan kaynaklı kavgalardan
tutun da bir türlü sonuçlanmayan miras davalarına kadar uzanan davalar
silsilesi.
Aldatmalar, yanıltmalar, aile içinde güç yarışları gibi
her biri düğüm olmuş davalar.
Sanki birbirine geçmiş iplerle
yüzlerce sorun yumakları gibi..
Sadece kendi çıkarını düşünen kişiler!
Hırs ne kadar tehlikeliydi.
İnsanoğlu ne kadar zalimleşebileceğini
kendi dahi tahmin edemeyebilirdi.
Haksızlığın karşısında durmak ve adaleti
sağlamak zordu. Bunun için var gücüyle görevini yapan avukatları takdir etti.
Bu gece Salih’e ağırlık hissettiren şey neydi? Ümitsizliğe kapı aralatacak hikayelere tanık olmasıydı. Sonra kendi kendine “Nasıl?” diye mırıldandı.
“
İnsanlar bu hale nasıl geliyor?” Çünkü dedi yine kendi kendine;
“Hiç
kimse kendine laf ettirmiyor, problemi nasıl çözerim?” demiyor. Eften püften meselelerde sorun çıkartmaktan geri durmuyor. Biri
bir şey söyleyince burnundan kıl aldırmıyor. Ne hikmetse, sorunlar hep de karşı tarafın
olumsuz davranışından kaynaklanıyor. Suçlu olan hep karşı taraftı. Arkadaşı,
patronu, eşi, evladı, komşusuydu.
Oysa, dış dünyayı suçlamak problemi
iyice çözümsüz hale getirirdi.
Sonuç bir ailenin parçalanmasına, cana
kıyılmasına, bir ömrün dört duvar içerisinde geçirilmesine varırdı.
Değer miydi?
Bir anlık istek, haklı çıkma çabası
koskoca hayattan neleri götürüyordu?
Hak aramak bağırmayla, diklenmeyle,
tartışmayla mı oluyordu?
Halbuki bu hayatta çözümsüz bir problem yoktu.
Yeter ki insanoğlu problemi kabul
etsin, ardından çözüm yolu açılabilirdi.
Ama hayat problemini kabul etmeyen ve
hep dış dünyayı suçlayanlarla sıkışmış durumda…
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: Problemin gerçek çözümü kişinin kendisindedir. Dış dünyayı suçlamakla bir yere varılmaz.
“Bu olaya nasıl tepki vermeliydim? Hatalı davranışlarım neler? Üzerime düşen görevi yerine getirdim mi?” demediğimiz sürece;
Ulaşır mı problemler çözüme…
Erer mi davalar beraate…
Mesele kendine sorulması gereken
soruları, başkası sormadan önce kendine sorabilmekten geçiyor. “Nasıl çözebilirim?”
dediğinde çözüm kapısı aralanıyor. Yoksa bir ömür böyle hak aramakla, ziyan
anlarla dolar gider.
===
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
“Kim Kimdir”, “İlişkide Ustalık”, “Başarı Psikolojisi” programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.
===
“Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?
Bunun cevabını o “bir” kişiye sorun!”
Yahya Hamurcu
Yorumlar
Çözümü göremediğimizde dış dünyaya suçu atmak o kadar kolay ki . Ve insanoğlu hep kolay olanı seçmeye meyilli…